Korkuyordum. Artık kurtulma şansıma olan o ufak, sönmüş ama hayatta kalmaya çalışan umudum bile yok olmuştu. Ne yapabilirdim? Buradan kurtulmamın tek yolu ölüm müydü? Öldüğümde kurtulacak mıydım yoksa tam tersi miydi? Bir korkumdan kurtulmak için diğer bir korkuma tutunmak ise ciddi anlamda komikti. İkisini de yapamıyordum, ikisinden de kurtulamıyordum.
Tanrı beni ölümle korkutarak şanssız biri yapmıştı.
"Benimle gel." Kai geminin merdivenlerine doğru ilerlerken titreyen ellerimi yumruk yaparak yutkundum. Beni ölüm korkusuyla cezalandıran Tanrı biliyordu; ya ölecektim ya da acı çekecektim. Bana doğru gelen bir yanlış yapmıştım ve bunun sonunda tüm esirler kurtulmuştu. Önceleri sahip olduğum 'ben kurtulmasam bile onlar kurtulsun' düşüncesini silip atın, delice kıskanıyordum. Hatta hiçbir şey yapmasaydım diyordum çünkü evet, şuanda bencil olma hakkına sahiptim. Zaten bencil olabileceğim tek şey düşüncelerimdi. Onlar gitmişti ve merhaba?! Ben birazdan ya ölecek ya da işkence uygulanacak olan 'esirdim'.
Kai odasının bulunduğu yerde durduğunda kaşlarımı çattım. Bu hiç tahmin ettiğim gibi değildi. Ben daha çok bir zindanda ellerim ve ayaklarım demirlere bağlı bir şekilde işkence göreceğimi düşünmüştüm. "İçeri gir." kenara çekilip önden geçmem için bekledi. Tereddütlü ve ufak adımlarla yürürken hala titriyordum. "Hızlı ol." kurduğu bir başka kısa cümlenin ardından derin bir nefes alıp onun dediği gibi hızlı(!) yürümeye başladım. Kai bunu yeterli görmemiş olacak ki kolumu çekiştirerek beni odaya soktu. "B-ben..."
Ağlamak istiyordum. Evime dönememiştim ve Kai tarafından işkencelere maruz kalacaktım. Hayatım berbattı, kendimi bir yerden atmak istiyordum fakat sonunda ölüm olma ihtimali bunu yapmamı engelliyordu. Lanetli bir şekilde eziktim. "Şimdi sana türlü işkenceler uygulayacağım, Kyungsoo." ufak hançerini masanın üzerine bıraktıktan sonra boş bakışlarını bana çevirdi. "Soyun."
Dediklerini bir süre algılayamadığım için tepki veremedim. Benden ne için soyunmamı istiyordu düşünmek istemiyordum. "Acele et yoksa bunu ben yaparım."
Titreyen ellerim üstümdeki gömleği bulurken gözlerimi sıkıca kapattım. Düğmelerimi yavaşça çözerken bakışlarının benim üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Düşünmeyi ise reddetmiştim. Gömleğim üzerimden yere düştüğünde Kai'nin "Gözlerini aç." dediğini duydum. Gözlerimi aralarken gördüğüm şey esmer bir göğüstü. Gaz lambalarının yansıttığı ışık göğsünde parlaklık yaratmıştı. Yutkunup bakışlarımı başka yerlere çektim. Kai sağ eliyle çenemi tutup kaldırdığında bakışlarımız birleşmişti. "Güzelsin."
Cevap veremedim. Baş parmağıyla alt dudağımı okşamaya başlarken yüzünü benim yüzüme yaklaştırdı. "N-ne yapıyorsunuz?"
"İşkence." diye fısıldadıktan sonra dudaklarımı öpmeye başladığında gözlerimi sıkıca kapatmıştım. Aklıma doluşan tonlarca düşünce arasından biri büyük harflerle yazılmıştı ve parlıyordu. Bana sahip olacaktı(?). Ellerim titremeye başlarken onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. O ise bunun karşılığında dudaklarımı sertçe ısırmıştı. Ayağımı kaldırıp ona vuracakken beni kendinden uzaklaştırdı. “Do Kyungsoo...” fısıltıyla burnunu burnuma sürterken dudakları arasından kaçan nefes yüzümü okşadı. “Seni bırakmadığım için kızgınsın...”
Onun yaptığı şeyler sonucunda gerçeği azda olsa unutmuştum fakat o bana bunu hatırlatmakta ısrar ediyordu. Onun sayesinde unutuyor ve yine onun sayesinde tekrar hatırlıyordum. Beni kontrol ediyordu ve ben kendi irademi kullanmakta güçlük çekiyordum. Onun karşısında kendimi daha aciz ve daha ufak hissediyordum. “Ancak ileride bunun için bana teşekkür edeceksin.”
Söylediği şey karşısında alaylı bir tebessüm ettim. Şuan sarhoş gibiydim ve sebebini bilmiyordum. Kai başını yana eğip boynuma yönelirken tekrar fısıldadı. “Karşı çıkmaya çalışma.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
4TEEN ⚓KaiSoo
Fanfiction"Ben de bir korsanım ve korsanlar sadece 'yalnız' bir masal kahramanı değildirler. " dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı "Onlar kendi masallarını kendileri yazarlar..." arkasını dönüp ilerlerken mırıldandı "...Buna iyi veya kötü olmaya karar vermekte...