'Hayat bazen zor kapılar açar kızım, her zaman iyilik, güzellik, başarı sağlık sunmaz. Allah bazen elimizdekini alır ve kötüsünü verirki elimizdekinin kıymetini bilelim. Sen dizin acımadan öper misin hiç dizini? Yere düştüğünde anne bacağımı öpte geçsin diye gelmez misin? Canın acımasa koşar mısın Asya hanımıma? İşte bu böyle kızım. Şimdi gözlerini kapat, söylediklerimi aklında canlandır bakalım.
Bir tabutun başındasın, üzeri Kur'an'dan ayetler yazan bir örtüyle sarılı. Ellerini tabuta sarmışsın, kollarından seni tutup çekiyorlar ama bırakmayı hiç istemiyorsun. Yalvarıyorsun herkese, haykırarak ağlamaktan sesin çıkmaz olmuş. Sonra bir an tabutun kapağı açılmış, içinde beyaz kefenli Mehmet Mirza yatıyor, göz çevresi morarmış, teni sararmış ve buz gibi. Şşşt. İrkilme kuzum. Bak hiçbiri gerçek değil. Sen onu kaybetmeyi göze alabilir misin Bersun? Ona bir şey olsa bu acıyı kaldırabilir misin? Sen değil miydin onu vurduklarında ilk defa silahı bir insana doğrultan? Sen değil miydin onu vuran adamı öldüresiye döven? Sen değil miydin İbrahim denen o adama karşı gelen?
Yapma kızım, vazgeçme aşkından. Mehmet Mirza seni çok seviyor, gözlerine bakmasan bile anlarsın çünkü sana baktığında gözlerinin ışıltısı her yeri aydınlatıyor.'
Mehmet Mirza'nın gözlerinin derinliklerine bakarken kalbim Nöro'nun söylediklerini hatırladıklarımla gümbürdemeye başladı. Gözümden birkaç damla yaş ardı ardına süzülürken kollarımı sarmak için öne uzatacaktım ama aklıma gelen şeyle vazgeçip geri çektim. Onunda gözlerinden yaşlar firar ederken yüzümde alaycı bir gülümseme oluştu.
Bana ve gülüşüme burkulmuş bir ifadeyle bakarken gülüşüm daha da genişledi.
"Pşşt, sırık efendi! Kocaman boyun var ben nasıl boynuna sarılayım ayağımda topuksuz ayakkabıyla! Kaldır kollarını karnından sarılıciim!" deyip sardım kollarımı beline. Küçük bir kahkaha firar ederken boğazımdan heyecanıma diyebilecek hiçbir şey yoktu. Kabul onu affetmek istemeyen bir yanım vardı çığlık çığlığa ama kalbim baskın geliyordu artık. Mantığa da bir yerde dur demek gerekiyordu. Hem zaten lisede en nefret ettiğim ders mantıktı, onu dinlemem baştan hataydı.
"Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum! Bersun! Seni çok seviyorum!" Kalbim duyduğum sözlerle daha bir gümbürderken cevapladım sevdiğim adamı.
"Bende seni seviyorum koca adam. Hemde çook seviyorum!" Ellerim belindeyken başımı yasladığım göğsünden kaldırdım ve yanağına bir öpücük bıraktım. Yeniden başımı kalbinin üzerine doğru yasladığımda onun kalbinin gümbürtüsünün benimkindende fazla olduğunu hissettim. Ben bu koca adamı çok seviyordum. Beni benden çok seven canım kocamı çok seviyordum!
"Seni o kadar özledim ki, kalbimin özlemle kavrulmasından artık öleceğimi düşünüyordum. Sensizlik o kadar acı bir şey ki Bersun'um, tahmin bile edemezsin." Bir an durgunlaştum ve kollarım hâlâ belindeyken gözlerinin içine baktım.
"Ya sensizlik? O kadar zordu ki, düşünsene bir affetsem kavuşacağız ama affedemiyorum. Kalbim ve gururum sağolsun bedenim savaş alanına dönmüştü. Kendi kendimi yemekten artık aptallaşacaktım. Sensizlik çok zor sevgilim. Çook zor hemde!" Beni kucağına alıp kanepeye çekti, dizlerinin üzerine yan şekilde oturdum ve başımı boynuna yaslayıp doya doya kokusunu içime çektim. Paçuli özlü bir parfüm sıkmıştı sanırım. Bu kokuyu ancak paçuliye benzetebilirdim.
"Her şeyi özledim ama en çok gözlerini özledim sevgilim. Bana ışıl ışıl bakışını, yılbaşında bana seni seviyorum dediğin andaki bakışlarını. Gözlerin benim gizli hazinem Bersun'um. Mavi deniz misali güzel gözlerin." Yılbaşı gecesinin aklıma gelmesiyle içim acıyla burkuldu. Ama sonra hemen attım aklımdan. Yine bir savaşa hazır değildim, özellikle onun kollarında bu kadar mutluyken hiç hazır değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERSUN (Töre)
General FictionHer şeyi öğrendiğim gün, ölüm günüm olmuştu, ya da ben öyle sanmıştım. Yaşayan,hayattan zevk alamayan, mutluluğu son demlerine kadar yaşayamayan bir ölüye dönecektim sanırım. O hafif sakallı yakışıklı adam, Mehmet Mirza Miranoğlu anlamsızca beni s...