Yine uzun bir zaman oldu değil mi? Telaşlı bir dönemden çıkıp, yüreğimi derinden sarsan bir yola girmek zorunda kaldım. Ölümün hem nimetini hem de hikmetini solukladım. Babaanneme birer Fatiha okursanız beni pek memnun edersiniz. Şimdiden Allah razı olsun.
Hepinizi özledim. Söylemeden geçmeyeyim. Keyifli okumalar...
****
Osman ilk şoku atlatır atlatmaz babasını sırtına almaya çalıştı. Ali hem gülümsüyor hem de kafasını sallıyordu. Bulundukları durum el verse sesli de gülecekti ama tutuyordu kendini bir şekilde. Osman sağ kolundan kaldırmaya çalışıyor olmuyor, sol kolunun altına girmeye çalışıyor nefes nefese kalıyordu. Bir ara başını da tutmaya yeltenmişti ki Ali daha fazla izlemenin sakıncalı olacağına kanaat getirdi ve hızla Osman'a doğru yöneldi.
Önce ellerini çekti Melih'in omuzlarından, sonra kendine bakmasını sağladı. "Osman ne yapıyorsun sen?" Soru açıktı da Osman'ın algıları kapalıydı. "Bilmiyorum!" Bilmiyordu tabi. Babasını tekrar gördüğü andan beri ne yaptığını da ne düşüneceğini de bilmiyordu. "Osman baban hiç uyanmadı bu güne kadar. Sayıklamalarının ne ifade ettiğini de bilemeyiz. Rüya görüyor olabilir, hatırladığı ya da haykırdığı son isim olabilirsin.
Senden istediğim şey ne olduysa olduğu gibi anlatman. Aksi halde babanı buradan çıkarmana izin vermem. Önce onun güvenliği." Neyse ki birileri mantıklı düşünebiliyordu. Bu duruma gelmesinin sebebi o kadar da basit olamazdı. Osman odadaki iskeleti ahşap, minderlerle oturulur hale gelen sedire kuruldu. Uzun, çok uzun bir iç dökme olacaktı bu. Tam söze girecekti ki kapıdan içeri Mustafa girdi. Ali'yi gördüğü için yüzü aydınlanırken, Osman'ı görür görmez kaşlarını çatmıştı.
Ali olaya hemem müdahale etmesi gerektiğini düşündü. Mahcup olacağı bir durum söz konusu olmasa da hemen kabuğuna çekilmişti o civan gibi Ali. Bu adamına göre muamele değil. Ancak edebine göre diye ifade edilebilirdi. "Ağabey durum şuan kafanda dönenlerin çok üzerinde. Kapıyı ört de Osman'ın bize anlatacağı önemli şeyler var. Ben emanetine sahip çıkıyorum hala, merak etme."
Mustafa farkında olmadan çattığı kaşlarını hemen eski haline getirdi. Ali'ye güveni sonsuzdu da Osman'ın odaya girebilmesinin hiç bir mantıklı açıklaması olamazdı ona göre. Yine de Ali'ye itimadı tamdı. Dinleyecekti. Osman anlattıkça Ali'yle Mustafa kah gözyaşı döktü kah sinir küpüne döndüler. Ama hikayenin sonu öyle hikmetli ve kayda değer bitmişti ki ikisinin de ağızlarından birer "Subhanallah!" nakşoldu odanın duvarlarına.
"Ben allame değilim kardeş. Bir toz bulutu düşle, orada ancak bir zerreyim. Bir orman düşün, orada sadece bir tohumum. Bir fırtına düşün, tek bir yağmur damlasıyım. Belki hiçbiri değilim. Ama can'ı gönlüm öyle bir haykırır ki bu anın adını, hiçkimseysem de herkesim." Osman, gözünden süzülen bir damlayı silip başını kaldırdı yerden.
"Anın adı..."
Osman'ın kendi kendine söylediği sözü başıyla onayladı Mustafa. "Anın adı Tevafuk Osman kardeşim." Osman kaşlarını yukarı doğru kaldırdı. İlk kez miydi tevafukla tanışalı? İsmen evet ama cismen hayır. "Tevafuk?" Osman'ın sorduğu soruya önce elini sıkarak cevap verdi Mustafa.
"Tesadüf deyip tüketilen onca hikmetin kelime, an karşılığıdır. Rastlantı denilen içi boş ve mesnetsiz kelimenin kader tokmağıdır tevafuk. Rabbin en hayırlısını nasip etmesidir. Musibete sabırdır bir bakıma tevafuk. İnanan insan bilir ki hiçbir şey öylesine değildir. Tevafuk kendi kendine rast gelmesi değil, Rabbin denk getirmesidir. İnşaAllah."
Derin bir nefes aldı Mustafa. Gözleri dolu dolu bakakaldı Osman'a. Son bir söz çalındı kulaklarına. "O ne güzel denk getirmedir Ya Rabbi..."
****
Osman, elleri terleyerek yürüdü eve doğru. Alnındaki teri eliyle siliyor, alnından bulaşan terle de sinirleri daha çok bozuluyordu. Yol boyunca kafasında tartmıştı söyleyeceklerini ama şimdi titriyordu çaresizce. Her şeyi anlattıktan sonra Mustafa'dan da esaslı bir ders almıştı. Eline bir metin verebilirlerdi ancak ezberlemişti bile neler söyleyeceğini. Şimdi son kez tekrar edecekti.
"Anne benim gidip geldiğim dergaha bugün de gittim. Sana diyordum ya kapısında bir yazı var diye. Sen de layık diyordun bana. O yazının hikmeti meğer çok büyükmüş. Biliyorum belki söyledikten sonra her şey değişecek hayatımızda ama inan beklediğimiz o anı..." Osman kapıyı çaldığını fark etmeden annesinin şaşkın yüzüyle karşılaştı. O ilk cümle nasıldı?
"Anne ben babamı buldum."
Muhtemel ki o cümle bu cümle değildi. Çünkü az önce karşısında şaşkınca duran kadın olduğu yere yığılmıştı. Ve Osman annesini son anda tutabilmişti. "Abi!" Önce gürültünün, sonra da Osman'ın sesini duyan Hakan kapıda İnci'yi baygın halde görünce neye uğradığını şaşırdı. "Osman ne oluyor?" Sorusunu bitirmeden İnci'yi kucağına aldığı gibi kanepeye yatırdı.
"Ben... Abi boş bulundum bir anda. Öyle pat diye babamı buldum diye söyledim." Osman cümlesini tamamlar tamamlamaz, İnci'nin nefesini kontrol eden Hakan'ın başı hızla Osman'a döndü. "Ne dedin sen?" Osman bugün kaçıncı kez işleri batırdığını bilmeden, içsel değil de dışsal bir tokat çaktı yüzüne. "İnsan benim kadar gerizekalı olmamalı ya! Yaşama şansımı tüketiyorum."
Ayağa fırlayan Hakan, Osman'ın yakasına yapıştığı gibi duvara çarptı. "Başlatma lan zekandan! Ne diyorsun dedim sana! Nasıl olabilir? Annemin halinin bu söylediğin asılsız şeyle mi alakası var?" Hakan en çok inanmak istediğine inanamıyordu. Temkinli olmaktı bu. O kadar çok çaba sarf etmişti ki uğrunda. Şimdi Osman'ın bundan kalkıp dalga ile bahsettiğini düşünmek gözünün dönmesine yetmişti.
Osman, Hakan'ın ellerinden kurtulup kolonyayı buldu ve annesinin yanına çöktü. "Bak saçma gelebilir. İnan ben de bu şekilde duysam çok saçma bulabilirdim ama gözlerimle gördüm. Hala inanamasam da karşımdaydı. Alıştıra alıştıra söylemem gerekirdi biliyorum..." Osman'ın sözleri İnci'nin sayıklamaları ile kesildi. "Melih. Yaşıyor mu yani?"
Hakan az önce çöktüğü duvarın dibinden kaldırdı bedenini. Sağ gözünden akan bir damla yaşta sevinçten boğulacaktı da belli etmedi. Görmeden o sevinç denizinin dibine dalmak istemedi. İnci'nin koluna girdiği gibi kapıya yöneldi. Osman'ın son sözüyle ancak mantıklı düşünmeye başlayacaklardı.
"Babamın buraya neden gelemediğini sorgulamalıydınız." Osman'ın bu cümlesiyle zor, çok zor bir süreç başlamıştı hepsi için.
****
Günler Osman, İnci ve Hakan için öyle yavaş geçiyordu ki. Dergahın kapısından girdikleri anda hem bir ferahlık, hem de kasvet çökmüştü ruhlarına. Alıp eve getirmişlerdi getirmesine de doktorların yapabileceği pek bir şey yoktu zaten. Hayati fonksiyonları yerinde olan bir hayatsızdı Melih. Yaşam soluklayan bir nefessiz. Hakan ve Osman ne kadar dik durmaya çalışsa da İnci'nin duvarları çöküyordu bir bir. Arada ağzından buna da şükür kaçıyorsa da ağır geliyordu Melih'in suskun hali.
"Anne hadi biraz dinlen." Ne kadar olmuştu ki dinlenmeyeli İnci? Aylar... Tam buldum derken hissiz bir kaybediş... Yokluğu çok ağırdı da varlığı da nefes aldırmıyordu. "Bir kere açsa gözünü, oynatsa bir parmağını, bir kelime duysam içim ferahlayacak. Kalbim sıkışıyor." İnci'nin kalbini tuttuğunu gören Osman yanına yaklaşıp elini avuç içine aldı. Öpüşü tüm yorgunluğunu almak ister gibiydi ama nafileydi.
"Anneannem hep demez mi her kışın bir baharı, her yokuşun bir inişi var. Biz ikisini karıştırıp bahar yorgunluğu diyelim mi buna?" Gülümsedi İnci. Dolu dolu, umut eder gibi gülümsedi. Ve o an tam parmak ucuna dokundu biri. Osman'ın tuttuğu değil, Melih'in eli üzerine kapanmış elinin serçe parmağına.
Ve parmak ucundan çiçekler açtı...
****
En güzele emanetsiniz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
4 ÇEYREK (Tamamlandı)
Spiritual✒Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam... Alıp beni götürsün, tam 4 inanmış adam.. ✒Bekir, Ali, Ömer ve Osman... Modern zamanların klavyelerinden değil, fazla geçmiş bir zamanın tozlu sayfalarından çıkıp geldiler. ✒Hem 4 çeyrek de bir tam ede...