Ayakları denizin serin sularında dolaşıyordu. Avuçlarında ki çekirdeği çitliyorlar, kabuklarını denize salıveriyorlardı. Her bir çekirdek kabuğu tıpkı bir sandal gibi süzülüyordu Akdeniz'in serin sularında... Ziynet soluk dudaklarından boşluğa salıverdi cümleleri:
-"İsmayıl be seni seviyorum..."
-"Nerden çıkarırsın bu cümleleri şimdi?"
-"Seviyorum işte!"
-"İyi, tamam, sev... Ben de seni seviyorum."
-"İsmayıl."
-"Efendim. Ziynet."
-"Ben seni çok seviyorum biliyorsun."
-"Bilirim Ziynet, bilirim..."
-"İsmayıl arabaya baksana, çocuk uyanır."
-"Uyanmaz be, çitle sen çekirdeğini."
-"Bir baksan?"
-"Tamam be kadın. Çocuk bahane, senin canın kahve ister yine..."
Der ve kalkar İsmayıl oturduğu yerden. Önce arka koltukta uyuyan oğluna bakar sonra arabanın bagajından küçük tüpü çıkarır.Çakmakla yakıverir piknik tüpünü. Cezveyi yanan ateşin üzerine koyar.
İki fincan kahve ile gelir Ziynet'in yanına:
-"Al iç be kahveni, soğutma"
-"İsmayıl ben seni çok seviyorum be..."
İsmayıl Akdeniz'in serin rüzgârlarıyla savrulan Ziynet'in saçlarının arasına geçirir nasırlı parmaklarını, hanımının başını omzuna doru çekip omzuna yaslar.
-"Seni Kıbrıs gibi, Akdeniz gibi hatta Türkiye gibi seviyorum." der.
Güneş olanca güzelliğiyle Akdeniz'in mavi dalgaları arasında dans ededursun, Ziynet'in mutluluğu tarif edilemez boyuttaydı.
Kahveleri içtiler, Ziynet fincanları kenara koydu, kocasının beline sıkıca sarıldı. İyice sokuldu erine, yumdu gözlerini. Yirmi yıl öncesine doğru bir adım attı:
Daha on altısını yeni bitirmişti. Yuvarlak bir yüzü, küçük bir alnı vardı. Ortadan ikiye ayrılmış saçları iki bölüktü. Saçları sırtının ortasına kadar uzanıyordu. Zeytin karası gözleri, kömür karası saçlarıyla iddialaşıyordu ben daha karayım diye. Bembeyaz tenine güneş bile değmeye ürküyordu. İsmayıl askerden yeni gelmiş, çakı gibi bir delikanlıydı. Çeşme başında Ziynet'i görmüş, hemen o gece istetmişti. Söz, nişan, nikâh, düğün ne çabuk oluvermişti. Ve sonra koskoca yirmi yıl çok çabuk geçmişti. Çok istemelerine rağmen bu yirmi yılda çocukları olmamıştı. Gitmedikleri doktor, çalmadıkları kapı kalmamış; ama nafile, hiçbir çaba sonuç vermemişti. Ta ki uçakların sesleriyle gökyüzünü yırttıkları o geceye kadar. O gece yüce yaradan hem Kıbrıs'a özgürlük bahşetmiş, hem de bu kara gözlü kızın dualarını kabul etmiş ve bir bebek vermişti. İsmayıl'ın sesi ile irkildi Ziynet:
-"Kalk Ziynet, kalk."
-"N'oldu İsmayıl?"
-"Çocuk, çocuk uyandı."
-"Of İsmayıl ya, al gel!"
-"Terlidir, üşür, kalk güneş de batmak üzere eve gidelim."
-"Tamam İsmayıl, tamam."
Ziynet arka koltuğa, oğlunun yanına geçer. İsmayıl ortalığı toparlar. Kahve fincanlarını suyla çalkalar, arabanın arkasına yerleştirir.
Birlikte güle oynaya evin yolunu tutarlar. İsmayıl arabanın teybine bir kaset koyar. Parmaklarını şıklatarak arabayı sürmektedir:
-"İsmayıl, oynamayı bırak da yola bak."
-"Hem bakarım hem oynarım hayatım."
-"İsmayıl, lütfen!"
-"Tamam hayatım. Hem, de bakayım sana ne pişireyim bu akşam?"
-"Hah, sen paşama bak! Yemek pişirirmiş! Benim yemeğim hazır fırında."
İsmayıl arabayı garaja çekip bagajdaki eşyaları boşaltana kadar Ziynet mutfağın ortasındaki büyük masaya hazırlamıştır yemeklerini, aynı neşeyle otururlar akşam sofrasına...
....
![](https://img.wattpad.com/cover/54240343-288-k985334.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PELDA
ChickLitKaranlık sarı verdi gecekonduların yorgun bedenini. Sokak lambalarının gözlerinin feri sönmüş. Bazı lambalar aydınlatmak tan vazgeçmiş bu sokakları. Bir kaç sokak lambası hala direniyordu. Bir baba belirdi sokağın en başında elinde meyv...