BÖLÜM 4

392 97 10
                                    

  Besi kalktı, perdeyi araladı. Dışarıda kar fırtınası olmalıydı. Uğultulu sesten belli oluyordu. Eli ile camın buğusunu sildi. Her yer bembeyazdı. Salona geçti, soba hala sıcaktı. Birkaç parça odun daha atıverdi sobaya. Kızlar yer yatağına sere serpe yatıyorlardı. Üzerlerine yorganı çekti, sıkıca bastırdı. Zozan uyanır gibi olduysa da uyanmadı. Diğer kızını yokladı, ateşine baktı. İyi, her şey normaldi. Tekrar döndü yatağına, yavaşça ilişiverdi.

Sabahın ilk ışıklarıyla Besi kalktı yatağından. Sobanın üstündeki güğümden sıcak su aldı. Çayı demledi. Küçük mavi leğeni aradı. Duvardaki çiviye asılı duruyordu, gözünün önünde... Aldı, biraz un koydu içine, hamurunu yoğurdu. Sobayı ateşledi. Sobanın üzerine yerleştirdi bir kulpu kırılmış tavayı. İçine biraz yağ gezdirdi. Yorgun sobanın üzerine yerleştirdiği tavaya avuç içi kadar kopardığı hamurları alelacele açıverdi, yerleştiriverdi. Yere serdiği sofranın üzerindeki tahtanın üzerinde. Yavaşça tava'nın içine salıverdi. Açtığı hamurları birer birer pişirdi, tavanın içinde. Hamurların hepsini kızarttıktan sonra tahtasını ve sofrasını çırptı dışarıda. Sabah ayazı sanki bir bıçak gibi kesiyordu nefesini. Salona geçti, kızlarını uyandırdı. Yataklarını bir kenara toplayıp sofrayı serdiler.

Şehmuz da kalkmış, elini yüzünü yıkamıştı. Hep birlikte sofraya oturdular. Tek kelime konuşulmadan kahvaltı yapıldı. Şehmuz Efendi ceketini ve kasketini alıverdi kapının arkasındaki çividen. Kasketini itina ile kafasına yerleştirdi. Ceketine iyice sarıldı ve çıktı dışarıya. Zozan da kendisini ve kardeşini hazırladı, okula gitmek üzere yola çıktılar. Besi yine tek başına kalmıştı iki göz gecekonduda. Yatakları toparladı. Evi havalandırdı. Yatakları yüklüğe özenle yerleştirdi. Sobanın yanındaki boş kovayı aldı. Tahta kapıya yöneldi.

Dışarıdaki keskin havayla tekrar doldurdu ciğerlerini. Bir kova tezek doldurdu, eve getirdi. Sobanın yanına koydu tezek kovasını, bir iki parça tezek de sobanın içine attı. Bidonları yokladı Besi, mutfağa geçti. Su bidonlarını yokladı. Birisi boşalmış, diğerinde de az bir miktar kalmıştı. Onu da sobanın üstündeki güğüme boşalttı. El örgüsü kahverengi kazağını sırtına geçirdi. Rengi solmuş kırmızı şalını başına doladı. Bidonları eline aldı. Evi öylece, bir başına bırakarak o da su almak için çeşmenin yolunu tuttu.

Her yer bembeyaz karla örtülmüş, nefesini kesen soğuk parmak uçlarını donduruyordu. Düşmemek için bastığı yerlere dikkat ederek yavaş yavaş çeşmeye doğru ilerledi. Ayağındaki naylon ayakkabılar ayağını daha da üşütüyordu.

....

-"İsmayıl, birkaç tane boş kasa getir bu tarafa, dolanları da arabaya taşı."

-"Tamam sultanım." dedi İsmayıl.

Ziynet ve Nazife anne havuç söküyorlardı. İsmayıl sökülmüş havuçları tarlanın kenarındaki havuzun yanına taşıyor, daha sonra biriktirdiği havuçları havuza boşaltıyordu. Küçük adam da havuzdaki havuçları elindeki sopayla karıştırıyordu. İsmayıl oğluna seslendi:

-"Napan ki sen oğlum?

-"Baba gemi yüzdürürüm."

-"İyi yapan, benim akıllı oğlum."

İsmayıl tarlanın öteki ucunda havuç söken Ziynet'e seslendi:

-"Bak, gördün mü Ziynet Sultan? Oğlun kaptan olmuş da gemi yüzdürür havuzda."

-"Oy benim paşam..." diye cevapladı Ziynet kocasını. "Benim paşam tabii ki kaptan olacak. Gemilerini denizde yüzdürecek. Bizi Türkiye'ye götürüp getirecek." Ziynet tekrar havuç toplamaya devam etti. Bir süre sonra Nazife Anne:

-"Kızım yorulduk, bize bir kahve yapsana, içelim." dedi.

-"Tabii ki anneciğim." diyerek tarlanın kenarına gitti. Havuzun yanında oğluyla havuç yıkayan İsmayıl'a döndü. Sevgi dolu gözlerle bir süre onları izledi. Sonra İsmayıl'a seslendi:

-"İsmayıl sana da kahve yapayım mı?" dedi.

-"Sen yapan da ben içmem mi? Tabii ki de."

Ziynet tarlanın kenarındaki korunaklı barakaya girdi. Küçük tüpü yaktı. Cezveyi ateşin üzerine yerleştirdi. Suyunu koydu, kahvesini attı. Pişirmeye koyuldu. Kahveler pişince fincanlara boşalttı. Annesi ile İsmayıl'a seslendi. Kahvelerini içtiler. Herkes yeniden yaptığı işe döndü.

Akşam karanlığı kavuşuncaya dek epeyce havuç toplamış ve yıkamışlardı. Yıkayıp kasalara doldurdukları havuçları arabaya yüklediler. İsmayıl ile Ziynet önde, Nazife Anne ve genç adam havuçların yanında köyün yolunu tuttular. İsmayıl arabayı evin bahçesine çekti.

-"Anne, ben birazdan gelirim." sözlerinin ardından gözden kayboldu genç adam. Belli ki her zamanki gibi arkadaşlarının yanına gidiyordu.

-"Oğlum bir şeyler yeseydin." dediyse de Ziynet, sözleri havada kalmıştı. Mutfağa geçti. Sabahtan temizleyip doğradığı ayrelliği sudan geçirip tavanın içine koydu. Biraz kavurdu. Üzerine birkaç tane yumurta kırdı. Bu arada kaynayan demlikteki su ile çayını demledi. Birkaç tane domates, salatalık, biber yıkadı. Mutfak dolabının içinden birkaç tabak aldı, domates, salatalık, biberleri özensizce doğradı. Üzerlerine bir tutam tuz serpti. Masanın orta tarafına yerleştirdi. Tavayı ocaktan indirdi. Onu da masaya koydu. Çayları doldurdu. Ekmekleri dilimledi. Çatalları ve peçeteleri de masaya yerleştirdikten sonra göz ucuyla masaya bir kez daha baktı. Her şey hazırdı. Mutfağın camından bahçeye baktı. Nazife Anne bahçede çiçeklerini seviyordu. İsmayıl da yeni hazırladığı saksıya bir çiçek fidesi daha dikiyordu. Ziynet camı açtı, dışarıya seslendi:

-" İsmayıl! Anne! Sofra hazır! Hadi soğutmayın, ellerinizi yıkayın da sofraya geçelim."

Sofraya oturdular hep birlikte. Bir akşam yemeği daha güle oynaya yenildi. Yemekten sonra İsmayıl, pencere kenarında yerleşmiş olan koltuğuna kuruldu. Kumandasını eline aldı, bir de sigara yaktı:

-"Bakalım bugün de haberler ne söyler?" dedi. Belli ki Nazife Anne yorulmuştu, yemekten sonra namazını kılmış ve sessizce odasına çekilmişti.

İsmayıl'ın bir gözü televizyonda bir gözü de sokağın öte başındaydı. Ziynet sofrayı toplamış, bulaşıkları yıkamıştı bile. Kahvelerini pişirmiş, tepsiye yerleştirmiş, yanına iki parça da lokum iliştirivermişti. Tepsiyi aldı; kocasının yanına, salona geçti. İsmayıl'ın kahvesini uzattı:

-"Buyur canım, kahven." dedi ve İsmayıl'ın yanındaki koltuğa oturdu.

-"Sağ ol güzel karım, eline sağlık."

-"Ajans ne söyler bugün?"

-"Hep aynı be, ne olsun? Zam haberleri hep. Bir de kaza olmuş İstanbul'da onu derler, başka da bir şey yok."

-"İsmayıl, gözün yoldadır yine senin?"

-"Evet canım ya. Şu oğluna bir şey desen, erken gelse?"

-"Ne deyim İsmayıl, kocaman çocuk oldu."

-"Çocuk dersin sen de işte, çocuk o."

-"Aman İsmayıl, bırak kendi haline. Büyüdü o."

-"Ne kadar büyüse de çocuk o."...

PELDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin