Bir insanın, sevdiği her şey de mi onu bırakır? Her şey mi ondan koparılır? Sırf çok seviyorsun diye, her şey mi senden uzaklaştırılır?
Küçüklüğünü çok hatırlamıyorsun. Elinden alınan şeyler, hafızanda 6. sınıftan itibaren başlıyor.
Kedin.
Karşı komşunuz tarafından ondan rahatsız oluyorlar diye bilmem nereye atılıyor.
Sonrası zaten bir çığı başlatan kar tanesi gibi geliyor.
Telefonun.
Defalarca kez el koydular. Fazla vakit geçiriyormuşsun.
Okulun.
Okulundan ayırmaya çalıştılar seni. Liseden öncesinde nefret ettiğin okulunu çok sevmeye başladın diye.
Ve son darbe, köpeğin.
Twen adlı köpeğin, hiç havlamıyor diye aldıkları yere geri vermek istiyorlar. Sen bu hale getirmişsin onu. Şımartmışsın, bir çeşit kediye dönüştürmüşsün.
Bu yüzden evcil hayvan almıyorlarmış zaten. Hep onların yapılarını bozuyormuşsun.
Suyunu çıkartıyormuşsun.
Bıktırıyormuşsun.
Fazla sevdiğin için, elinden almak istiyorlar onu. Sadece, çoğu şeyden çok değer verdiğin için.
Normalde, hayvanları çocuklarına sevdirmek için uğraşmaz mı ebeveynler?
Sen defolusun galiba. Sana uğraşmalarına gerek yok. Zaten kısa süre sonra bıktırıyorsun onları fazla sevdiğin için.
Ve galiba sevdiğin şeyleri senden kopartmak konusunda bir zaafları olduğu için böyle yapıyorlar.
En azından sen böyle düşünüyorsun.
Galiba sevgini fazla gösterdiğin için böyle yapıyorlar. Fazla güldüğün için seni mutlu etmek için herhangi bir çaba sarf etmiyorlar.
Halbuki, en çok gülenlerin içi paramparça değil midir?
Bunun seni daha çok üzdüğünü fark ettiğinde ise, yüzündeki maskeyi çıkartıp atmaya karar veriyorsun. Gülmüyorsun eskisi kadar. Aslında hiç gülmüyorsun. Güldüğünde ise kısa süre sonra eski haline dönüyorsun.
Annenler?
Sesini çıkartmadığın için memnun bile olabilirler.
Eskiden sürekli seninle ilgilenen baban, artık, ağzına bir şey atmadığını fark etmiyor bile. Tek derdi annenle gündemi konuşmak.
Abilerin artık eve uğramıyor. Uğradıklarında ise genelde sana karşı nedensiz bir sertlikleri oluyor.
Sürekli onlara laf sokmanla da alakalı olabilir tabi. Ama umurunda değil.
Babana hep sen buna yüz veriyorsun diyorlar. Haberleri yok ki, kızının gözleri önünde eriyip gittiğinin farkında değil.
Kabul, seni her türlü miraslarına dahil ediyorlar. Her tatile götürüyorlar, yemeklere götürüyorlar. Bir şey almak istediğinde genelde alıyorlar.
Ama, olmayınca olmuyor.
Odana girip kapını kapattığında derin bir nefes alıyorsun. Bıktın artık. Sırf öğrendiklerinde sana kızıp ayrılmanızı sağlayacakları için sevgilin olmasını bile istemiyorsun. Ayıracaklar ne de olsa. Boşa mutluluğa gerek yok.
Birkaç yıldır telefonda konuşmadığın arkadaşların bile senin derdin ne diyorlar anında. Sesinden bile anlıyorlar.
Ama annenler... Gözlerinin önündeki şeyi görmüyorlar. Tek umursadıkları şey ülke gündemi.
Camına bir bakış atıp, aynalı dolabının çekmecesini açıyorsun. Kenarına sakladığın, harçlıklarından, faturanı ödemek yada kitap almak dışında dokunmayarak biriktirdiğin 1000 dolarını alıyor ve siyah, darpaça bir pantolon çıkartıyorsun. Ayağına hızlıca geçirirken, hemen sonra parayı cebine sıkıştırıyor, şarj kablonu alıyor ve camı açıyorsun. Çıkmadan önce son bir kez bakıyorsun odana. İçindeki ses fısıldıyor. Bıktın.
Kendini dışarıya atıp bahçe duvarına ilerlerken bir ses duyuyorsun. "Olmaz."
Başını yavaşça sesin geldiği yöne çeviriyorsun. Ağaçların arasından koyu renk giymiş, uzun -devasa- biri çıkıyor. "Gidemezsin."
Tek kaşını kaldırıyor ve dişlerini göstermeden alaycı bir gülümseme veriyorsun adama. Dolgun dudakların gerildiği için daha dolgun duruyor. "Neden peki?"
"Gidersen, benimle gelmek zorundasın." diyor yavaşça bir adım daha yaklaşarak.
Tek kaşını kaldırıyor ve onu süzüyorsun. "Özel bir mülke izinsiz giren bir yabancıya niye güveneyim ki?"
Mülküm demiyorsun. Çünkü artık bu evin sana ait olduğunu hissettiren bir şey yok.
"Güvenmek için bir sebebin yok." diyor yüzü sinsi bir gülümseme ile aydınlanırken. "Ama güvenmemek için sebebin var."
Ve bu cümle, içinde uzun zamandır uyku halinde olan tehlikesever yanını uyandırıyor.
Onunkinin eşi bir gülümseme, dudaklarında can buluyor.
Beni özlediniz mi?
Yine Locky, yine sen, ve yazar olarak ben.
Olaylar gelişirken Ezekiella'nın yazıp sildiği hikayelerden birine birazcık benzeyebilir, ama biliyorsunuz, aynı başlangıçların sonunu nasıl apayrı yaptığımı.
Çok hızlı gitmeyeceğim, zaten iki tane hikayemi yazmam lazım. Şu yaz tatilinde hazır rahatken, üni sınavından önce bol bol hikaye yazasım var. Sizler, özelsiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Runaway
Fanfictionİnsanlar acımaz. Tanrılar da öyle. Önce denerler sizi, direnirseniz daha çok güç kullanırlar. Ve daha çok ve daha çok. Acımasızca dağıtır üzerinize tüm öfkesini, bir an bile tereddüt etmeden, bir an bile pişman olmadan. Kalbinizi kırarlar, sanki cev...