Banyoya atıyorsun kendini. Duvarla bitişik büyük küveti doldurması için iki musluğu birden açıp lavabonun karşısına geçiyorsun aynayla bakışmak için.
Kafandaki soru işaretleri saymakla bitmez. Fakat bunlardan göze çarpan iki tanesi şunlar; Asgard'da ne arıyorum ben? Thor deli mi?
Tabi ilk soru, alfabenin ilk harfiyle başladığı için başta olabilir. Bilemedim şimdi.
Aklına annenler geliyor. Acaba fark etmişler midir?
Bence fark etmemişlerdir. Seslendiyseler ve seni bulamadıysalar, uyuduğunu düşünmüşlerdir büyük ihtimalle.
Fark ettilerse, tüm ülke ayağa kalkmış olabilir.
Ama önce fark etmeleri gerekir, değil mi?
Ellerini saçlarından geçiriyor ve gözünün önüne gelen anıyı düşünüyorsun. Thor'la mı beraberdim? O çam yarması herifle?
Ya o meyve? Kendisi mi icad etmişti? Yani, yaban mersini ve çileği mi birleştirmişti? Yoksa zaten bu diyarda vardı da, kendisi özel olarak mı yetiştiriyordu? Bu birazcık yoruma açık.
Ya seni altın, kendisini bakır olarak görmesi? Sana değer veriyor olmalı.
Senin yanında değersiz bir metalim. Diyor aslında. O, eşi benzeri olmayan bir gücün sahibi, yanında değersiz olduğunu söylüyor. Sana gerçekten aşık olmalı.
Değilse de zaten yalanın bu kadarı.
İçindeki seslere gözlerini deviriyorsun ve gözlerin beyaz tavana değip, tekrar aynaya indiğinde aynı yerdesin. Fakat bir değişiklik var.
Omzunda hissettiğin ellerle çığlık atmak istesen de dudakların, boynuna değen dudakları hissetmenle geriliyor. Elin, senden habersiz boynuna gidiyor, boynunu öpen kişinin saçlarını okşuyorsun.
"Ona gülümsemen canımı acıtıyor," diyen ince sesi duyduktan sonra beline yerleştirdiği kollarını sıkıyor.
Başını yana eğerek onun başını omzun ve başın arasına sıkıştırıyorsun. Parmakların hareket ederek saç diplerine rahatlatıcı bir masaj uyguluyor. "Seni sevdiğimi biliyorsun."
Sinirle başını kaldırıyor ve yeşil gözlerini aynadan sana dikiyor. "Benden çok onunla vakit geçiriyorsun."
Sinirden titreyen sesine karşılık gülüşün siliniyor. "Sebebini biliyorsun."
Seni kendine çeviriyor ve sinirle lavabonun mermerine yaslıyor. Ardından seni o mermere oturtup kendine çekiyor ve elinin olduğu yerleri sıkarak canını acıtıyor. "Seni ben seviyorum. Onun getirdiği iki meyveye tav olmayacaksın."
Kaşlarını çatıyorsun. "Nereden çıkarttın bunu?"
"Yüzündeki ifadeyi gördüm! Bir daha ona bu kadar içten gülümsemeyeceksin, bilmem anlatabildim mi?!" diyor cümlenin sonunda kısık sesli bir nefret çığlığıyla.
Kıskançlık krizi geçiriyor.
Ne yapman gerektiğini biliyor olmalısın ki, uzaklaşmak yerine ona iyice sokuluyor ve ellerini saçlarından geçirip çekiştirerek ona yakınlaşıyorsun. "Sinirlenme Aşkım."
"Sinirlenmemek elimde değil." diyor gözlerini yumarak.
"Dert etme onu." diyorsun dudaklarının üzerine.
Dudaklarını, dudaklarına basıtırıyor. Derin bir iç çekiyorsun dudaklarını boynuna getirdiğinde. Başını geriye atıyor ve gözlerini yumuyorsun.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Runaway
Fanfictionİnsanlar acımaz. Tanrılar da öyle. Önce denerler sizi, direnirseniz daha çok güç kullanırlar. Ve daha çok ve daha çok. Acımasızca dağıtır üzerinize tüm öfkesini, bir an bile tereddüt etmeden, bir an bile pişman olmadan. Kalbinizi kırarlar, sanki cev...