Ona tereddütle bir adım atıyorsun. "Bu çok güzel bir jest." diyorsun. O kadar mutlusun ki.
Gülümsemesi hala yerini korurken konuşuyor. "Hadi git evine bak." sen hareket etmeyince tekrar konuşuyor. "Hadi."
Arkanı dönüyor ve eve ilerliyorsun. Hayatında gördüğün en güzel ev olabilir.
Verandadaki basamaklardan ilkine bastığında gülüşmeler duyuyorsun. Durup etrafına baktığında üstündeki Thor ile sen, salıncakta sallanarak gülüşüyorsunuz.
Yani şuan, anılarından birini dışarıdan izliyorsun.
O anıyı boşverip basamakları tamamen çıkıyor ve evin kapısını açıyorsun. Karşına çıkan ilk şey, ileride iki tarafa ayrılan bir koridor. Yanında aynalı bir dolap var.
Soldaki ilk yere girdiğinde inanılmaz büyük bir salon seni karşılıyor. En az iki apartman dairesini içine alabilecek kadar büyük bir salon bu. Ve salondan sadece birkaç duvarla ayrılmış mutfak ise hemen yanında. Karşılıklı tezgahlar ve dolaplarla dekore edilmiş bu mutfağın, bir de dışarıya açılan bir kapısı var.
Buzdolabı dikkatini çekiyor. Buzdolabının burada ne işi var?
Dolabı açıyor, ve içindekilere bakıyorsun. Tüm dünya sebzeleri burada var. Biberinden patlıcanına kadar. Çeşit çeşit peynirler, etler, soslar...
Dolabı kapatıyor ve diğer eşyaları inceliyorsun. Bunların hepsi dünyadan. Asgard'dan olması neredeyse imkansız.
"Senin için Midgard'dan almıştım. Heimdall biraz yardımcı oldu. Birkaç denemeden sonra biraz eski teknolojiyle bunları çalıştırabildik. Beğendin mi?'
"Bu," diyorsun mutfağı ve salonu birleştiren pervaza yaslanmış adama dönerek. "Bu harika Thor."
Birkaç saniye huzurla gözlerini kapatıyor. "Bana Thor demeni çok seviyorum." diye mırıldanıyor. Senin duymadığını sanıyor olmalı çünkü çok kısık bir sesle söylüyor. Fakat sen duyuyorsun. "Tekrar beğenmene sevindim."
Bir anda üstündekiler dikkatini çekiyor. "Üstündekileri nereden buldun?"
Eliyle hafifçe başını kaşıyor ve mahçupça gülümsüyor. "Burada her zaman kıyafetlerimiz bulunuyor."
"Hayır," diyorsun başını iki yana sallayarak. "Tişört ve şorttan bahsediyorum."
Başını eğip üstüne bakıyor sanki farkında değil gibi. "Ah, evet. Onları Dünya'dan almıştık. Beraber."
Başını kaldırıp sana baktığında sen hâlâ lacivert Emporio Armani mayosuna ve beyaz Tommy Hilfiger tişörtüne bakıyorsun. Sanki bir şeyler hatırlıyor gibisin. Anıyı biliyorsun, ama hatırlamıyorsun şuan.
Ve, görüntü tam da beklediğin gibi değişiyor. Önünde bir kıyafet reyonu var ve dışarıdan gelen hafif gürültü dışında kulakları okşayan Bruno Mars'ın sesi mağazayı kaplamış durumda. Geldikten ne kadar süre sonra bilmiyorum fakat baya vakit geçmiş olmalı.
Eline beyaz, V yaka, yakalarında Hilfiger yazan tişörtü alıyorsun ve bedenine bakıyorsun.
"Thor!" diye sesleniyorsun.
Birkaç saniye içerisinde arkanda beliriyor. "Evet, Sevgilim."
Arkanı dönüp gülümseyerek omuz kısmından tuttuğun tişörtü adamın geniş omuzlarına yaslayıp sarkıtıyor ve dudaklarını ısırarak inceliyorsun. "Bence bunu almalısın."
Bir anda eğilip dudaklarına hızlı bir öpücük konduruyor, ardından geri çekiliyor. "Sen de dudaklarını ısırmayı bırakmalısın."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Runaway
Fanfictionİnsanlar acımaz. Tanrılar da öyle. Önce denerler sizi, direnirseniz daha çok güç kullanırlar. Ve daha çok ve daha çok. Acımasızca dağıtır üzerinize tüm öfkesini, bir an bile tereddüt etmeden, bir an bile pişman olmadan. Kalbinizi kırarlar, sanki cev...