Asgard'da dolaşırken, karşınıza çok tatlı, tahminen dört yaşında bir kız çocuğu çıkıyor. O kadar tatlı ki, yanındaki Thor'u unutup hemen çocuğa koşuyor, ardından onu "Hop," diyerek kucağına alıyorsun. Çocuk yüzüne dokunuyor.
Bukle bukle sarı saçları omuzlarından dökülmüş, mavi ile sarımtırak bir yeşile sahip gözleri heyecanlı parıltılarla donatılmış. Bu çocuk tıpkı... Thor ve senin birleşimin gibi.
Çocuk, bebek dilinde bir şeyler söylerek boynuna sokuluyor ve derin nefesler alıyor.
Şaşkınca, belinden ve bacaklarından kavradığın, omzuna yatmış çocuğa bakıyorsun. Ardından, gözlerin senden izin almaksızın Thor'a dönüyor.
Thor'un yüzündeki özlem, kendini parçalamanı sağlıyor. Sana özlemle baktığını söylemiştim ya, ilk geldiğin zamanlarda? İşte o bakış, bu bakışın yanında devede kulak.
Senden tahminen beş metre ötedeki adamın gözlerinin ıslandığını görüyorsun. Derin bir nefes alarak başını eğiyor ve senle göz temasını kesiyor.
Bu, Thor ve senin birleşimin olan kız çocuğunun ellerinden alınmak istediğini fark ettiğinde, kaşlarını çatarak çocuğu kendine iyice bastırırken, ölümcül bakışlarını elin sahibine çeviriyorsun.
Kadın ters bir ses tonuyla, "Çocuğumu almak istiyorum," dediğinde ise kaşlarını anlamazlıkla çatıyorsun. Çocuğum derken?
Tabi ya. Size benziyor diye senin çocuğun değil. Hamile olduğunu hatırladığın dakikadan beri kafan allak bullak olduğu için, size benzeyen bu çocuğu bir anda çocuğun benimsedin.
"Özür dilerim," diyorsun yavaşça ve istemeye istemeye, çocuğu annesine teslim ediyorsun.
Onun annesi olmak varken, başka birine veriyorsun.
Çocuğun arkasından birkaç saniye baktıktan sonra arkandan bir ses duyuyorsun. "Devam edelim mi?"
Gözyaşlarını geri göndererek Thor'a gülümsüyorsun. Mutlu pozları vermen gerek. "Evet, elbette."
-
Bir hafta sonra yorucu bir günün en azından psikolojik olarak yorucu bir günün ardından yatağına uzanıyorsun.
Bir haftadır, birkaç küçük yiyecek gibi şeyler dışında bir şey hatırlamadın.
Mesela şekli mantar gibi olup, içi turuncu, tadı da karpuz gibi olan Okstiona diye bir yiyecek yedin. Eskiden pek severmişsin ama sen normalde karpuz sevmezsin. Ama karpuz tadı dediğim de, şeker gibi, efsane lezzetli olan bir karpuz tadı yani. Üstelik çekirdeksiz.
Sana, deniz suyu yada göl, hangisiyse, içirdiklerinde, şeker tadıyla beraber nane tadı da vardı.
Sana mor çilek yedirdiklerinde ise, tadı çikolata gibiydi ve onu çok sevdin.
Buradaki şeyler, ziyadesiyle değişik.
Başını yastığa koyduktan birkaç saniye sonra, uyku, seni karanlık, uyumaktan korkutabilecek kadar kasvetli ve kötü anılarla dolu kollarına alıyor.
Thor'la buluşacaksın, çiftlik evine gideceksiniz. Karnın şişmiş ve bol kıyafetler giymeye başlamışsın.
Loki'ye gidip söylediğinde ise, sadece "Sen benimsin, ben de senin," diyerek gitti. Başka hiçbir şey söylemedi, hiçbir tepki vermedi. Ve bu seni daha çok korkutuyor.
Valhalla'nın bir duvarı teras gibi açık koridorlarında yürürken, elin karnında. Hissediyorsun. Oradaki şey bir kız, onu kucağına almak için sabırsızlanıyorsun.
Buluşma yerine üç dakikadan az bir mesafe kaldığında, bir anda birkaç metre ötendeki koridordan maskeli birkaç kişi çıkıyor. Tamamen siyahlar.
Karşına dikildiklerinde ofluyor ve arkana dönüyorsun. Ama aynı manzara var. Bebeğin için endişe etmeye başlarken dışarı yansıtmadan hafifçe gülüyorsun. "Ne o," iki tarafa da bakıyorsun. "Yoksa Midgard usulü yakantop ya da-"
Omzunda hissettiğin elden hemen sonra kulağında bir nefes, aynı anda da karnına hasar veren bir cisim hissettiğinde nefesin kesiliyor. Bedenin öne eğilirken, bir erkek sesi konuşuyor. "Bir mesajın var; sen benimsin," bıçak çıkıyor ve kulağında bebeğinin acı dolu sesini hissederken tekrar karnına giriyor. "Ben de senin."
Gözlerindeki yaşlar boncuk boncuk yanaklarından dökülürken, adam bıçağı çıkartıp önünden ayrılıyor. Etrafını saran insanlar bir anda hiç orada değilmiş gibi yer değiştirirken ağzından belli belirsiz bir fısıltı çıkıyor. "Bebeğim."
Bu fısıltı, Fırtına Tanrı'sını çağıran yakarış oluyor.
Bekleme yerinde bekleyen Thor, yüzünü sıvazlıyor. Endişelenmeye başladı ve gereğinden önce geldiği bu yerde, seni beklerken son derece endişeli. Şu ana kadar gelmen gerekirdi ve sarışın adamın içi son derece huzursuz.
Sonunda dayanamayıp senin odana giden koridora giriyor ve hızlı adımlarla ilerliyor, endişesi hat safhada. Köşeyi dönüp hızla birkaç metre ilerlediğinde ise gördüğü manzara, önce duraklamasını sağlıyor.
Dizlerinin üzerine çökmüş, elin yere yaslı bir sen. Fakat problem bu değil. Hemen altında, kendi kanından oluşmuş gölcük.
Thor bilinçsizce sana koşup, "Hayır!" diye bağırırken yanına çöküyor. Seni yanaklarından kavrayarak kendine bakmaya zorluyor ama başaramıyor. Gözlerin yarı kapalı ve yanakların bir şelalenin yanıbaşındaki bir kaya kadar ıslak.
"Sevgilim, bana bak. Lütfen." derken, adamın da sesi boğuk. Sana bir şey olmasına zaten dayanamazken, bir de sizin bebeğinize bir şey olması...
"Şifacı!" diye var gücüyle bağırıyor. Birkaç saniye içerisinde Valhalla halkı buraya toplanırken, senin bilincin kapalı, bembeyaz elbisen kıpkırmızı.
Seni kucağına çekiyor. Gözyaşları, yanaklarına düşüyor ve yanaklarını daha çok ıslatıyor. "Sevgilim, lütfen dayan." alnına dudaklarını bastırıyor. "Bebeğimizi biraz daha koru. Lütfen." Eğer dayanabilirsen, bebeği kurtarabilirler, Asgard'da tıp gelişmiş.
Sonunda, dizlerinin altından kavrayıp seninle beraber ayağa kalktığında, kanlı ellerinden biri, yana düşüyor.
Çığlık atarak ve karnını tutarak, gözlerin ıslak bir şekilde uyandığında ağlıyorsun. Bebeğin... O öldürülmüş.
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarken, kendine hafifçe çektiğin dizlerinin üzerine, elin karnının üzerindeyken eğilerek bir feryat çıkartıyorsun. "Bebeğim!"
Seni saran ve saçını öpen kişiye rağmen ağlamaya devam ediyorsun. Hıçkırırken, "Bebeğim," diye sayıklıyor ve git gide daha da şiddetli ağlıyorsun.
Bebeğin kucağında olacakken...
Yüzünü Thor'un boynuna gizliyorsun. "Bebeğimiz..." diye mırıldanıp devam edemezken, Thor'un bedeni kasılıyor.
"Bebeğimiz öldü." diyor sadece. Ve bunu birinden duymak, ağlamanı daha da şiddetlendiriyor.
Ve bunu kimin yaptığını, adın kadar iyi biliyorsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Runaway
Fanfictionİnsanlar acımaz. Tanrılar da öyle. Önce denerler sizi, direnirseniz daha çok güç kullanırlar. Ve daha çok ve daha çok. Acımasızca dağıtır üzerinize tüm öfkesini, bir an bile tereddüt etmeden, bir an bile pişman olmadan. Kalbinizi kırarlar, sanki cev...