Yabancı, sana adım adım yaklaşıyor. Yüzündeki sinsi gülümseme seni gerse de, bu saatten sonra umurunda değil.
Ne olacaksa olsun.
Tabi, buna pişman olacağını bilemezdin.
Senin dibine giriyor ve elini beline atıp seni kendine çekiyor. Yüzündeki gülümseme çoktan silinmiş olsa da, gerginliğini ona belli etmeye niyetin yok.
Sen güçlüsün. Ona kendini güçsüz gösterip baştan kaybetmeyeceksin!
Bu düşünce ile başını dikleştiriyor, ve ona meydan okuyan bir ifadeyle bakıyorsun.
Gülümsüyor.
Sessiz bir mesaj bu. Çok şey barındırıyor fakat gözardı etmeye karar veriyorsun.
Kadife sesini duyuyorsun. "Heimdall."
Kaşlarını çatıyorsun. Heimdall da kim?
Bir ışık hüzmesi gözümü alıyor ve fazla ışık nedeniyle hiçbir şey göremiyorsun. Fakat hemen sonra kendini yerde bulman ile inliyorsun.
Ne olduğu hakkında bir fikrin yok ama içinden pek çok ses iyi bir şey olmadığını söylüyor.
Yarı yüzüstü yattığın zeminde ellerini yere koyuyor ve kalkmaya hazırlanıyorsun. Gözlerini açıp, bulunduğun zemine bakarken pek çok şey bekliyorsun.
Toprak bir zemin, beton bir zemin, belki de sadece bahçenizin çimli zemini. Fakat gördüğün şey ile kaşlarını çatıyorsun.
Bir ayna? Her şeyi üzerine sarımtırak bir örtü serilmiş gibi gösteren bir ayna?
Kollarından destek alıp kalkarken kendine uzatılmış bir el görüyorsun. "Leydim."
Elin sahibine bakıyorsun sonunda ayağa kalkıp, alışkanlık gereği üstünü silkelerken. "Burası neresi?" derken etrafına bakmaya karar veriyorsun.
Altın bir kürenin içindesiniz. Bir kısmında çok büyük miktarda ışık var. Galiba bu, bahçendeki ışıkla aynı.
Tam ortada, bir platform üzerinde, büyük bir kılıcın kabzasını tutan bir adam görüyorsun. Dik duruyor. Son derece kendinden emin. Ve yan gözle seni izliyor.
Sen derin nefesler alırken, -saçın başın da dağılmış, ama zaten kuaförden çıkmış gibi olduğu için düzeltebilirsin- konuşuyor. "Hoşgeldiniz Leydim." diyor ve seni başıyla selamlıyor.
Birinin elini belinde hissettiğinde yüzünü bu kişiye çeviriyorsun. "Leydim, bu taraftan lütfen."
Yüzünü aydınlık sayesinde sonunda düzgün görebildiğin adam, tamamen yakışıklılıktan oluşturulmuş gibi. Zehir yeşili gözleri ve kapkara saçları var. Normalde sarışın ve mavi gözlüleri seversin fakat bu adam hepsini tabiri caizse sollar. Tabi, daha iyi anlatan ifadeler de var fakat en kibarı bu.
Gözlerinde, çözümleyemediğin bir ifade olsa da, bunu saklıyor.
Gözlerini zorlanarak da olsa yüzünden çekip gösterdiği yere bakıyorsun. Renkli ışıklarla parlayan cam bir zemini gösteren kapı gibi açıklığı işaret ediyor. Ona tekrar bakıyor, ve hemen ardından gösterdiği yere ilerlemeye başlıyorsun.
Yavaşça genişleyen görüş alanın, bir süre sonra nefesini kesiyor. Tahmini bir buçuk kilometre uzaktan başlayan şehir, son derece... Efsane.
Uzun binalar var. Şehrin en dışında bile. Ve her yer altın yada platin sarısı ile kaplı. Zengin bir şehir.
Fakat, tüm altınların yanında bile dikkat çeken bir yapı var, uzakta. Hepsinden, ne kadar önemli olduğunu haykırırcasına yüksek, şehrin en değerli kısmında, şehrin kalbi olduğunu belirtircesine ortada.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Runaway
Fanficİnsanlar acımaz. Tanrılar da öyle. Önce denerler sizi, direnirseniz daha çok güç kullanırlar. Ve daha çok ve daha çok. Acımasızca dağıtır üzerinize tüm öfkesini, bir an bile tereddüt etmeden, bir an bile pişman olmadan. Kalbinizi kırarlar, sanki cev...