KAÇIRILMA

181 31 2
                                    

Ve zaman geçti, sular duruldu, akıntıya karşı yüzen tüm balıklar zamanın kollarında yer edindi.
Zihin savaşmayı bıraktı. Gözler ise istedikleri gibi bakmaya başladı dünyaya.

Zihnime gölgesini kazıyan Merih artık yoktu. Holding de yaşananlardan sonra bir daha onu hiç görmemiştim.
1 ay geçmişti. Ve bu geçen sürede dudaklarımdan rahat nefesler dökülüyordu.

Burçak'la arkadaşlığımız ise dostluğa dönüşmüştü. Bunu beklemiyordum. Kendimden bile bunu beklemiyordum. Birine karşı güven içerisinde olmak ve çekingenliği üzerimden atmak.
Sanırım aramıza dostluk tohumlarını döken onun sabrıydı. İçimdeki buz tabakasını onun sıcakkanlılığı eritmişti.

Ona herşeyi anlatmıştım.
İntikam ateşiyle bezeli kobalt mavisi gözlü Merih'in sönmeyen ateşinin içinde yer alan öfkesini. Ve onun sayesinde tanıdığım ürkütücü derecede kasları olan Azref'i.
Şaşırmıştı. Ardından koruma içgüdüsüyle polise şikayet etmemizi söyledi. Onu reddettim. Hem artık öfkeyle bakan gözler yok olmuştu. Ailemi öldürmesinden korktuğum o içimdeki geçemeyen şüphede onunla birlikte gitmişti.

Gökyüzüne baktım. Güneş tepemde durup yakıcı sıcaklığını üzerime salıyordu.
Yürüyordum. Burçak'ın evinde kalacaktım bugün. O istemişti ısrarla.
Bu biraz çalışma düzenimi sarssada tam anlamıyla bozmayacağı için kalmaya karar verdim.
Zaten Burçak kütüphanede konularımın bir kısmını erken bitirmeme yardımcı olmuştu.

Yürümeye devam ettim. Bacaklarım hareket ederken zihnimin derinliklerinde varolan bir söz, beraberinde getirdiği tozlanmış anıyla birlikte gözlerim önüne getirmişti.
Babamın, ben küçükken onun tek bacağına oturmuş kulağımın gerisinden gelen o yavaş ve sakin ses tonunu hatırladım.
"Yaşamak için savaşmak, savaşmak için ölmeyi kabullenmek gerekir" demişti, ben onun kucağında ayaklarımı sallarken.
O anda konuştuğumuz şeyin ne olduğunu hatırlayamıyorum fakat bu cümle, sanırım içinde barındırdığı büyü sayesinde aklımın bir köşesinde yaşamaya devam ediyordu.
Ben büyüdükçe bu cümlenin anlamını daha iyi kavrıyordum.
Karşıma çıkan tufanlarların büyüklüğü ne kadar olursa olsun işin sonunda kendi fişimin biletinin kesileceği riski olsa bile savaşmaktan vazgeçmeyecektim.
Ya sabrın doğurduğu zafer olacaktı ya da tufanın kargaşasına direnen aklımın damarlarıma sızdırdığı güç.
İşin sonu ne olursa olsun...
Bir insan ancak böyle kalıp ölerek eşsiz ve sonsuz ruhun varlılığını kanıtlayabilirdi.

Aklımın en ücra köşesinden çıkagelen anı dikkatimi o kadar dağıtmıştı yanımda yürüyen adamı yeni farketmiştim.
Neredeyse dibimdeydi. Serseri bir tipti.
Etrafını acele bir edayla süzüyordu.
Onu garipseyip yürüyüşümü hızlandırdım. Hızlardırmaya başlamamla kolumu tutması bir oldu. Başımı ona çevirdim ve arkamda duran bir başkasının varlığını hissettim, sonra ağzımla burnuma aniden gelen baskıyı ve kokuyu.

                          • • • • • • • •
   
Küf bir koku burnumu doldurup yakıyordu. Büyük bir güçlükle gözlerimi açtım. Karanlıktı, zifiri karanlık. Bir an gözlerimi açmadığımı düşündüm. Doğrulurken gözlerimi kırptım ve gerçekler karanlığın önünden film şeridi gibi geçti.
Yine mi başlamıştım bu bitmeyen karanlığın içinde debelenmeye. Merih'ten kurtulduğumu sanıyordum. Halbuki hiçbir şey düşündüğüm gibi değildi. Bana olan has nefret damarlarında akan intikam gibiydi. Bitmeyecekti. Nefreti, somut haliyle üzerime yansımaya devam edecekti.

Elimi uzattım ve kumunu hissettiğim duvara dokunup yürümeye başladım. Elimi duvardan ayırmıyordum. Kapıyı bulmaya çalışıyordum ki sessizliği bozan bir zincirin sesini duydum. Ardından bulunduğum yerin neredeyse tamamını kaplayacak ışığı. Karanlığa alışan gözlerim ışık yüzünden kısılmışlardı. Elimi gözlerime siper ettim ve kapıda iri cüsseli bir adam gördüm.
Korkmuştum. Yüzünde siyah ve beyaz renklerin olduğu bir maske vardı. Üzerinde ise kollarını kapatan ve dizlerine kadar gelen naylon siyah bir ceket. Ellerinde eldiven vardı. Kırmızı, bileğini geçen bir eldiven.
Üzerindekiler birini öldürmek isteyen katilin, üstüne kanın bulaşmasını engellemek için kullandığı kıyafet gibiydi. Korkunçtu. Ve bir o kadar da garip. Bir elinde tuttuğu içi su dolu bir pet şişe vardı. Ayaklarımın dibine pet şişeyi fırlattı.
Fırlatmasıyla korkumu içime gömdüm ve maskesine göz gezdirdim.
"Kimsin sen?" dedim, onu içimdeki korkuyla beraber incelerken.
"Ben sadece maskeli bir adamım." dedi kalın çıkan sesiyle. Yüzünde maske olduğu için sesi garip çıkıyordu.
Kapıyı tuttu ve kapatmaya başladı. Ona doğru koştum fakat içeriyi aydınlatan ışık yok olmuştu bile. Kapıyı hızla kapattıktan sonra tekrar zifiri karanlığın içinde yer aldım.
"Ne istiyorsun benden? Çıkar beni burdan!" dedim ve kapıya vurmaya başladım. İçeride ki karanlık beni boğuyordu ve bu gördüğüm adam ise içime yükle korku salıyordu.
"Sen sadece piyonsun." dedi, ben zincir sesini duyarken. Kapıyı kilitliyordu. Zincir sesi kesildi ve devam etti."Oyuna başlamamdaki ilk taş."

Sessizlik. Ürkütücü sesinden sonra adım sesleri gelmedi. Hâlâ buradaydı. Kapı ardında sessizce duruyordu. Ama bu sessizlik uzun sürmedi. Kalın sesi kulaklarıma değmeye başladı.
"Sevgili dostum, beni tanıdın mı?" dedi, dalga geçer bir sesle. Ardından gerilerden gelen bir erkek sesi daha duydum. Telefondan gelen bir sesti. Bir süre sustuktan sonra devam etti. " Seni arayarak meşgul ediyorum, kusuruma bakma. Fakat ağabeyin hakkında birkaç şey söylemek istiyorum." dedi. Tekrar sessizliğe büründü. Telefondan sesler geliyordu fakat o kadar tiz ve kısıktı ki ne dediğini anlayamıyordum. Tek anlayabildiğim bir erkek olduğuydu.
Maskeli adamın sesi karanlığa karışmaya devam etti. "Bilmen gerekir ki Merih, ağabeyini öldürmeyi ben planlıyordum. Fakat şuan yanımda olan kız her kimse, yapacağım planın tarihini öne almış." dedi. Onu Merih'in adamlarından biri sanıyordum. Ama o düşmanıydı.
”Ona minnettar olmam gerekir ama değilim." dedi ürkütücü sesiyle. Kapıyı yumruklamaya başladım. " Çıkar beni burdan, ne istiyorsun benden?" dedim. O da konuşmaya devam etti. "Onu duyuyor olmalısın. Çırpınıyor." Ve güldü. Gülen sesi kulaklarımı tırmalıyordu.
"Ağabeyinle oturduğun o son yemeği hatırlıyor musun?
O gün lokantanın yakınlarındaydım. Senin o çok sevdiğin ağabeyini öldürmek için sabırsızlanıyordum. Fakat olmadı. Ölümdeki istediğim hazzı alamadım. Bu küçük kız çoçuğu yüzünden. Gelip planıma burnunu soktu." yumruklamaya devam ederken duyduklarım yüzünden hızım yavaşlamıştı.
"Merih Tekand, öldürmek isteğin kızı ben öldüreceğim. Neden biliyor musun? Erez'i öldürememenin üzüntüsünü bu kız üzerinden çıkarıp hissetmek istediğim hazza sahip olacağım." dedi, şeytani gelen sesiyle. Ellerim kapının üzerinde yumruk halinde durmuşlardı. Korkuyordum. İnsanın bir katil tarafından öleceğini bilmesi ne kötüydü. Korku dolu ve savunmasız bedenimi bu küf kokan yerden kurtaracak birinin olmaması ise korkunçtu.
Bulunduğum yerdeki zifiri karanlık, bedenimi hapsettiği gibi zihnimi de  hapsediyordu. Ve o zihnimdeki karanlığın içinde varolan iki beden, benim ölümümü görmek istiyorlardı. Sadece biri bu isteğini yerine getiriyordu. Benim sonum, maskeli adamın elindeydi.

Savaşmalıydım. Ama nasıl savaşacağımı bilmiyordum. Karanlık bir derin çukurun içinden çıkmaya çalışıyor gibiydim. Yukarı baktığımda gökyüzü küçük bir yıldız gibi görünüyordu. Bu, tırmanıp kurtulabilme umudumu parçalara ayırıyordu.

   Kapıya tekme attım. "Çıkar beni burdan, seni adi pislik!" bağırmaya başladım. Fakat kapı ardından gelen karşılık sadece ayak sesleriydi. Uzaklaştı ve kayboldu.
İçeri girip beni o kırmızı büyük eldivenleriyle öldüreceğini düşünmüştüm. Oysa ki o gitmişti. Belki ölümüm şuan değildi. Maskeli adam canının istediği zaman gelip beni öldürecekti.

Pis olduğunu düşündüğüm yere oturdum. Terlemiştim. İçeriye hiçbir yerden hava girmiyordu. Bekledim. Sadece bekledim.
Savaşmak... Bu durumdayken nasıl savaşabilirdim ki.
Dizlerimi kendime çektim ve alnımı dizime koydum. Ardından şimdiye kadar yaşadığım tüm güzel anıları gözlerim önüne getirdim. Bir an dudaklarım küçük bir gülümsemeyle gerilmişlerdi.

Uzun bir süre zihnimin derinliğinde hâlâ yaşıyor olan anıları izliyorken birden durdum. Ve başımı kaldırıp karşımda ki kapıya baktım. Biri içeri giriyordu. Zincir sesi kesildi, kapı açıldı, ışık içeriye aktı.
Karşımda maskeli adam yoktu. Ondan daha kısa, neredeyse benimle aynı boyda maskesiz bir adam vardı.
Ayağa kalktım. Üzerime doğru yavaş adımlarla gelmeye başladı. Attığı her adım sessizliğe bir çığlık gibi ekleniyordu. Yüzünde gülümseme vardı. Gülümsemesi vaat doluydu. Gözleri ise beklenti doluydu ve parlıyordu.
Kendime, savaşmam gerektiğini tembihledim. Aklıma gelen tek şey ise kasıklarına vurup kapıdan çıkmak. Sonrasındaysa ışığı takip ederek kaçmak.
Ona doğru yeltendim fakat umduğum gibi olmadı. Omuzlarımdan tutup beni duvara fırlattı ve bedenini bedenime yapıştırarak beni savunmasız hale getirdi.
"Aletimi sokacak sıcak bir delik arıyorum." dedi alkol kokan nefesiyle.
"Zevklerimin kurbanı olmak ister misin güzel kız?"





(Votelemeyi unutmayın)

GECENİN AVCISI #Wattys2023Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin