ORMAN

233 27 3
                                    

Karanlık gökyüzüne eşlik eden soğuk namlu, ölümün habercisiydi. Merih, alnıma dayadığı silahla ya sonumu getirecekti ya da kalbindeki merhamet öfkeden yanan gözlerini söndürecekti. Ama bunu ondan beklemiyordum. Öfke tüm bedenini esir almış halde karşımda dimdik duruyordu ve kobalt mavisi gözleri karanlığa bürünüp benim gözlerimi ona kenetleyip tetiğe basacağı zamanı bekliyordu.
Fakat sadece baktı ve baktım. Gözlerinin derinliklerinde nefretten başka bir duygu aradım fakat kırıntısı bile yoktu. Onda görünen tek şey yüzünde hüküm süren kararlılığı ve karanlığıydı.
Ruhum ölümsüzde, bedenin aksine. Silahtan doğan ölüm kurtuluş muydu yoksa içinde büyük bir tufan bırakan kasırga mı?

Alnıma dayadığı silahın soğukluğu tenimi ürpertirken gözlerinden hızla bir düşüncenin geçtiğini gördüm. Karanlık gözlerine bir perde çöktü ve sonra kayboldu. Aklına bir şey gelmiş gibiydi.

Gözleri hala gözlerimde iken birden silahını indirdi. Ardından kolumu tutup beni arabaya doğru sürüklemeye başladı. Onun bu ani karar değişimiyle şaşkınlığım doğmaya başlamıştı. Az önce ölümün kucağındaydım. Peki ya şimdi?

Arabaya beni bindirdikten sonra hızla arabanın önünden geçip şoför koltuğuna oturdu. Ardında gaza yüklendi.
Hareketleri hızlıydı. Aklında bir düşünce vardı ve onu gerçekleştirmek için aceleci davranıyor gibiydi.

"Eve gitmek istiyorum. "dedim titreyen sesimle. Korkum ses tonumda da kendisini belli ediyordu.
Bana cevap vermedi. Bakışlarını bile bana çevirmemişti. Sadece karanlık yola bakıyordu. Elleri direksiyonu sımsıkı kavramaktan beyaz bir hal almıştı.
Hala sinirliydi. Ona başka bir şey söylemeye korkuyordum. Tekrar silahına yapışıp beni ölümle burun buruna getirmesinden korkuyordum...

Araba bir süre sessizlik içinde hızla ilerlerken ana yoldan çıkıp toprak yolda ilerlemeye başladı. Bu sefer arabanın içindeki sessizliğe hızla dönen tekerleğin topraklı yolda çıkardı gürültülü ses gölge düşürmüştü.

Nereye gelmiştik böyle? Yolun iki tarafı da uzun büyük ağaçlarla doluydu. Ona baktım. Yüzü, ağaçların arasında gördüğüm zifiri karanlık gibiydi hala.
Orman; sadece ağaçtan ve karanlıktan oluşan, insanın gece çöktüğünde içini korkudan defalarca ürpertecek olan yer.

Her yıl hiç durmaksızın film izleyen biri olarak bu orman aklıma sadece tek bir kelime getirmişti: Cinayet.
Beni buraya getirmesinin tek sebebi buydu.

Araba aninden durdu. Merih, arabadan hızla inip benim olduğum tarafa geldi. Kapımı açarken arabadan hiç çıkmak istemiyordum. Kolumu hızla tutup dışarı çıkardı. O anda ağzımdan kelimeler teker teker dökülmeye başlamıştı.

"Merih bırak beni, lütfen." deyip kolumu onun elinin altından kurtarmaya çalıştım fakat boşunaydı. Kolumu sımsıkı tutmuş halde ormanın derinliklerine doğru beni götürmeye başladı.

"Özür dilerim. Ağabeyin için özür dilerim." sesimden artık ağladığım belli oluyordu. Göz yaşlarım yuvalarından çıkarken önüm buğulanmıştı. Merih'in hızlı yürüyüşüne ayak uydurmak istemediğim için ayaklarım birbirine dolanıyordu. Son anda yere düşmekten Merih'in kolumdaki eli kurtarıyordu.

Bir süre ilerledikten sonra durdu ve kolumu bıraktı. Ellerimle gözyaşlarımı silerken etraftan birçok ses yükseldiğini yeni yeni fark ediyordum. Ağaçların rüzgar yüzünden dallarındaki yaprakların çıkardığı ses ve hangi kuş olduğunu bilmediğim hayvanın öttüğü garip ses... Somut olarak gösterebildiği bunlardı fakat karanlığıyla içime korku ve kötü düşünceler salan bu orman, birçok şeyi zihnime kazımama sebep oluyordu.
Ayın ışıltısıyla az da olsa Merih'in yüzünü seçebiliyordum. Gözleri bu sefer düşünceliydi. Onunla karşı karşıya dururken her hareketini korkumun getirdiği heyecanla takip ediyordum.

Bir adım yaklaştı. İri cüssesinin karşısında kendimi küçük görürken birden aklım kaçmayı planladı. Bu plan yeni mi geliyordu aklıma? Korkudan ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Zaten bu da pek iyi bir plan sayılmazdı. Ani hareketimle kolumu tutması bir olurdu. Kafam çok karışıktı.

Yolda, silahı alnımdan çektikten sonra birçok umut baş göstermişti. Her ne kadar tohum halinde olan bu umut içimdeki ölüm korkusunu kapatmasa da yinede ortaya çıkmıştı. Ya da varlığına muhtaç olduğum için böyle düşünüyordum.
Yinede ne olursa olsun ölmeyi yeğlemezdim. Kaçmanın da sadece anlamsız olacağını biliyordum. Bu yüzden karşımdaki adamın ruh haliyle oynamaya karar verdim. Ya da değiştirmeye... 

Bir adım attım ve kollarımı beline sardım. Başım göğsüne yaslı halde dururken şaşırdığını, bu hareketi benden beklemediğini biliyordum. Merih'in kaslı gövdesi kollarım arasındayken ona bunu ilk kez yapmadığımı hatırladım. Ring de de bana saldırmadan önce ona sarılmıştım. Sarılmak kendimi koruma yöntemimdi. Her ne kadar saçma gelse de işe yaramasını umut ettim.

"Özür dilerim." dedim. Bu kelimeyi ona bugün birçok kez söylediğimi hatırlarken. Oldukça sakin ve alçak çıkan sesimle devam ettim.
"Beni öldürmek istemekte haklısın... " Ona yalan söylediğimi biliyordum.
"Ama beni öldürerek içindeki acıyı atamayacaksın, aksine benimkini yok edeceksin."
Son cümlemin doğruluğunu düşünürken artık sessizliğe gömülmüştüm. Onun bir şeyler söylemesini ya da bir hamle yapmasını bekledim. İyi ya da kötü.
Fakat bir süre kıpırtısız bekledi, bende ona sarılı bir halde onu bekledim.

Merih'e sarılmamın sonu nereye gidecek diye zihnimle boğuşurken kolunu kaldırdığını fark ettim. Bana sarılacağını düşünürken birden kafamda tekrar o şeyi hissettim. Soğuk namlu...
Saçlarımın arasına dayadığı silahı kavrarken zihnim büyük bir boşluğa düştü. İçimde var olan umut tekrar yanıp kül olmaya başladı.

"Katiline sarılarak mı ölmek istiyorsun?"
Duygusuz sesi kulağımın dibindeydi. Kollarımı indirip geri çekildim. Bir adım geri atarken namlu saçlarımın arasından çekilip gözlerimin önünde varlığını sürdürdü.

" Ölmek istemiyorum."
Gözlerinin derinliklerine bakarak son kez dile getirdiğim isteğim üzerine kolu hareketlendi ve umut, tekrar küllerin arasından yeşermeye koyuldu.
Silahını indirip beline koyarken bir adım geri attı. Sonra arkasını dönüp yürümeye başladı. Attığı her adım benden uzaklaşmasını ardından gecenin yoğun karanlığı üzerine bir sis gibi çöküp görüş alanımdan kaybolmasını sağlarken ne yapmak istediğini anlamaya çalıştım. Beni öldürmeyip burada tek başıma mı bırakıyordu?
Bir yanım beni öldürmediği için şanslı olduğumu söylerken diğer yanım bu ürkütücü ormanda artık yalnızsın diyordu.
Merih'in arkasından gitmezdim, ölümün o soğuk namlusunu tekrar hissetmek istemiyordum artık.

Ormanın karanlığından bir ses yükseldi. Bir kurt ya da anlam veremediğim başka tür hayvan. İçimi tekrar korku kaplıyordu. Merih yüzünden içimde alevlenen korku sönmüştü fakat şimdi bu içimdeki yeni ortaya çıkan korku yalnızlığımın ve kayboluşumun eseriydi.

Ormanın soğuğu altında önce yürümeye ardından koşmaya başladım. Merih'in gittiği yerden başlamıştım yolu bulabilirim umuduyla. Fakat yol hiç karşıma çıkmadı. Tekrar karanlıktan bir hayvan sesi yükseldi. Koşarken ne taraftan geldiğini anlayamıyordum.
Karanlık ağaçlar hızla sıra halinde yanımdan geçerken soğuk hava yüzüme çarpıyordu. Ayağımın altındaki toprağa her adım attığımda çıkan küçük dal parçalarının sesi nefes alışverişlerime eşlik ederken vücudum birden anlam veremediğim bir yere çarptı. Ağaçların sıklığından kendisini gösteremeyen ay, ışıltısını başka yöne yönelttiği için çarptığım şeyin ne olduğunu gözlerim anlayamamıştı. Birkaç saniye sonra kulaklarım karşımda duran gölgenin çıkardığı hafif seslere kesildi. Benim aksime daha yavaş alınan nefes sesi...
Nefesin sahibinin neye ve kime ait olduğunu kavrarken birden içimdeki korkuyu bastırmak istercesine karşımdakine sıkıca sarıldım. Şuan ki korkumu daha önceki korkuma yakınlaştırmıştım.

"Korkma." dedi sakinleşmemi sağlayacak bir tonda."Artık korkma."

Kollarımı ona daha çok sarmalarken sesi artık yabancı ve ürkütücü değil, sıcaktı. Kollarında yer edinen şefkat bedenime sarıldı ve onun eşsiz kokusu, içimdeki endişenin yok olmasını sağladı.
Ormanın derinliğinde avcı ve av bir aradaydı. Rüzgar, iki bedenin etrafında dolanırken zihnimde var olan korkuyu alıp yükseğe, kimsenin ulaşamayacağı yere götürdü...

GECENİN AVCISI #Wattys2023Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin