PERFECT

8.2K 483 57
                                    

Havaya karışmış toprak kokusu burnuma dolarken evimin kapısı göz hizama girmişti.

Yağmurlu, son derece ıslak olan günün sonunda solucanlar toprağından yavaşça çıkarken ortalık, yağmurdan sonraki sessizliğe bürünmüş sanki hissettiğim duyguların karşıtı olan beynimle adeta savaş içinde olduğumu biliyor gibiydi.

Jungkook'la birlikte yürürken içine su kaçtığı belli olan botlarımızdan ayağımıza bir oyuncak yerleştirmişçesine ses çıkıyordu. Kapının önüne yaklaştığımızda eve geldiğim için sevinmek gibi bir şey hissetmiyordum.

"Sıcak bir kahve için gelmek ister misin?"

Durup suratıma baktı. Belki kabul ederdi, belki etmezdi.

"Eğer latte yaparsan, iyi olur. Malum, seni taşıdıktan sonra enerjiye ihtiyacım var." Bana dalgacı gülüşler gönderirken kafamı yana eğdim ve tek kaşımı havaya kaldırdım.

"Taşıyışını beğenmedim. Müşteriyi memnuniyetsiz bıraktın ve şimdi de söyleniyorsun." Ağzımdan olumsuz anlamda sesler çıkartırken ellerimi koynuma bağlayıp gözlerimi devirdim.

"Müşteri fazla ağırsa ben ne yapayım? Üstelik karşılık bile vermiyorsun." Saçından damla damla su akarken eliyle saçlarını karıştırdı. Islaklı bir fotoğraf çekiminden az önce çıkmış gibi görünüyordu.

"Latte yapacağım ya, daha ne istiyorsun?" Kapıya doğru yürümeye başladığımda anahtarımı çıkarmak için elimi cebime soktum, bir kaç tur aramayla cebimde onca şey arasından şıngırtıyla elime gelmişti.

"Biraz sevgi, biraz çiçek, biraz uyku."

"Yaşasın 'Paskalya yumurtaları!'" Diye devam edip şakıdığımda ellerimi iki yana açıp avuçlarımı aşağıya bakacak şekilde eğdim.

Jungkook gülerken kapıya vardığımızda üstünde 'hoş geldin' yazan paspasın üstünde durup ayağımı sildim ama yinede çamurlar tam anlamıyla gitmemişlerdi. Yavaşça kilidi çevirip kapıyı araladığımda içeri adımımı attım, evden kimsenin olmadığına dair tek ses çıkmazken rahatlıkla içeri girip kenardaki sandalyeye oturdum ve çamurlu botlarımı çıkarıp kahverengi tüylü terliklerimi ayağıma geçirdim. Jungkook içinde bir çift terlik getirdiğimde giymesi için önüne koydum.

Yavaşça, artık sünger olmuş boyunluk ve montumu çıkartırken bir an önce üstümü değiştirip kuru ve temiz giysilere kavuşmak istiyordum. Sonunda onları bir yere koyup, yukarı çıkıp üstümü değiştirmek üzere yürümeye başladığımda Jungkook'a döndüm.

"Salona geçebilirsin, az sonra geliyorum."

"Yayıldım bil."

Gülerek merdivenlere yöneldim, hoplayarak yukarı çıkmaya başladım. Odamın kapısını açıp içeri girdiğimde üstümdekileri çıkarmaya başladım, ıslak olduğundan bedenime derimden bir parça gibi yapışmıştı. Hoplaya zıplaya, biraz geriye biraz ileriye, yatakta sürüklenerek zorla çıkardığımda gardrobumdan yumuşak kıyafetlerimi alıp giydim. Saçlarımı havluyla kuruladım ve serbest bıraktım.

Jungkook içinde bir şeyler bulmam gerekiyordu ama evde erkek sinek bile yaşamadığı için ona babamdan kalan eski moda şeyleri verecektim. Kendi odamdan çıkıp annemin odasına girdim. Annemin gardrobunun kapısını açıp yere eğildim. En alttaki çekmeceyi kendime çekip bir kaç parça eşyayı aldım ve odadan çıktım.

Merdivenlerden aşağı hızlıca inerken Jungkook'u bulmak için kapıdan içeriye baktım. Gerçekten dediği gibi yayılmıştı. Bacakları hala normal oturur gibi duruyordu ama bedeni koltukta süzülüydü, yorgun görünüyordu.

Tell me, this is not love / KookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin