SILENCE

8.5K 459 171
                                    

Sessizlik, sanki etraftı kolaçan ediyormuş gibi bir var olup bir yok olurken, arada duyduğum, yoldaki ıslak zemin yüzünden oluşan, arabanın hızlı tekerleğinden çıkan, yükselip alçalan ses ve Jungkook'un bir hamurun nasıl dehşet verici şekilde yuğrulduğunun çıkardığı sinir fışkıran vurma sesleri kulağıma yanaşırken ayaklarımı ileriye-geriye doğru sallıyordum. Her salladığımda masanın yaylı demirinden gelen ses, sinir bozucu edayla, hafif ama kendini belli eden bir tınıyla dükkanın içerisinde ateşin cızırtılarına ekleniyordu. Sinir bozucu ses çıkarmak dikkatimi biraz da olsa oraya yönlendirirken ayağımı her geriye yolladığımda parmağımın ucuyla değdiğim, ne olduğunu bilmediğim şeye, her seferinde vurmaya çalışıyordum. Vuramadığım zamanlarsa daha da bir güçlü savuruyordum ve o zaman değiyordu. Bu yaptığımın hiç bir açıklaması yoktu sadece canım sıkılmıştı ve iç güdüsel olarak kendime bir eğlence bulmuştum. İkimizde konuşmazken, ve saati beklerken sadece düşüncelerim, ben ve etraftaki sesler kalmıştık.

Bir de; Jungkook'un kuvvetli kollarından çıkan damarlar eşliğinde, kıvrılan tişörtünün gösterdiği kaslar vardı. Ama oraya yoğunlaşmamakta kendimce büyük bir çaba sarf ediyordum.

Herkesin sevdiği hafta sonlarından birindeydik, herkesin beklediği hafta sonları benim için bir beklenti veya anlamlı değildi. Hafta sonları yerine günlerimin dolu geçtiği hafta içlerini daha çok severdim. Annem sürekli çalıştığından, hafta sonu evde pire bile olmuyordu ve yalnız kalmaktan nefret ediyordum. En son yalnız kalmak istediğimde ise işler iyi gitmemişti. Tekrar istemiyordum. Bir hatayı iki kez yapma ihtimaline bile girmek istemiyordum.

Jungkook hamurları bir oraya bir buraya savururken cidden hamurlara üzülmüştüm. Zavallılar, egoist bir manyağın elindeydiler.

Cumartesi gününün son saatlerine yaklaşırken Jungkook'la Guilford Lisesi'nin hazırladığı maça gidecektik. Arabasıyla beraber gitmek için kimsenin kalmadığı iş yerine gelmemi istemişti ama hala çıkamamıştı. İş yeri küçük, şirin daha çok beyaz renginde hatta içinde pembe renklerin bile boy gösterdiği bir görüntüye sahipti. İçeriye girerken, kapıyı açtığın anda çıkan şıngırtı ve ilk nefeste aldığın, nefis ekmek ve pasta kokuları burayı evcilleştiriyordu. Bence güzel ve temiz bir yerdi ama Jungkook buradan nefret ediyor gibi görünüyordu.

Etrafı incelerken gözüm külotlu çorabıma bulaşmış olan beyaz unu gördüğünde, aşağı atlayıp kenardaki minik sandalyeye oturdum. Elimle gitmesi için patpatlarken görüş alanıma bir çift Puma ayakkabı girdiğinde yavaşça kafamı yukarı kaldırdım. Jungkook sinirli yüzü ve dağılmış saçlarıyla bana bakarken yüzünün alın ve yanak kısmına un bulaştığını fark ettim. Bu görüntüsü oldukça komik görünüyordu çünkü şuan okulda ki o havalı haliyle şimdi ki hali arasında Madison'nun dudakları kadar bir fark vardı.

Nirvana tişörtü giyen çocuk şuan bizim fırıncının beyaz önlüğünü giymiş karşımda duruyordu.

Gülmemi bastırırken Jungkook bana bir süre baktı ve gözlerinde sinirin yavaşça gittiğine yemin bile edebilirdim.

"Hadi" dedi arkasını bana dönerken "Durma gül." Demesiyle küçük bir kahkaha atmamı durduramamıştım. Küçük kapılı depoya giderken aniden tişörtünü yukarı sıyırmasıyla, gözlerim pürüzsüz ve pamuksu güzellikte olan sırtını gördüğünde bir miktar büyümüşlerdi ve gülmem yarıda kesilmişti.

Tanrım.

Önünü bana dönerken henüz çıkartmadığı kolunun yarısında duran tişörtüyle bana bir gülüş attı ve ben sanki cennet denilen yerde hamağımda yapraklarla yelpazeleniyordum. Tepkimi normal tutmaya çalıştım ama gözlerim üstünden ayrılmıyordu ve gözlerimin içine bakarak üstünün kalanını çıkarması bende utancımı gizlemek ve içimdeki çok yönlü beni dışarıya çıkarmak istiyordu.

Tell me, this is not love / KookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin