Bölüm 23

193 101 3
                                    

Cuma gecesi saatler tam üçü gösteriyorken, geceyi saran karanlığın içinden hastaneye doğru esen ölü rüzgâr pis nefesiyle, hastanenin duvarlarında dolaşan meleklerin yüzlerini yalamaya başladı.

"Aman Tanrım! Bu Şeytan'ın nefesi çoğalın! Çoğalın, sarın tüm duvarları! Şeytan yokluyor burayı, onun hissetmesine engel olun!" bağırdı meleklerden biri gözlerinde büyük bir korkuyla. Meleklerin korkusu, Şeytanın pis nefesi değil, Tanrı korkusuydu. Tanrı,tüm melekleri, genç kızı Şeytan'dan korumaları için görevlendirmişti. Eğer görevlerini yerine getiremezlerse, Tanrı tarafından cezalandırılacaklarını biliyorlardı; zira Tanrı'nın cezası çekilemeyecek kadar acı vericiydi.
Tüm melekler bir araya gelip, hastanenin tüm duvarlarını elleriyle sarmaya başladılar.

Kayıyordu hastanenin duvarları meleklerin sıcacık avuçlarında, Şeytanın rüzgârına dayanamıyorlardı. Şeytan hissediyordu bir şeyler olduğunu bu hastanede; bu yüzden, mezarlıktaki ölülerin uyanmasına yakın, nefesiyle kokluyordu etrafı. Ama hiçbir şey göremiyordu, çünkü her taraf meleklerle doluydu.

'Neden? Neden?' diye kendi kendine büyük bir merakla sorup, sessizce kayboluyordu cehennem sıcağının rüzgârı ıssız gecede.
O gece nöbetçi olan genç hemşire büyük bir çığlık attı ve koşarak kapıdan dışarı fırladı. Az önce gördükleri onu öyle çok korkutmuştu ki ne yapacağını bilemiyordu. Hastanenin uzun, soğuk koridorlarında, her tarafta yankılanan ayak sesleri duyulmaya başladı.
Merdivenlerden aşağıya indi. Yüzünde, heyecanla karışık bir panikle Doktor Hakan Bey'in yanına geldi.
"Hakan Bey, lütfen benimle gelin" diyebildi genç hemşire nefes nefese kalmış haliyle.

"Ne oldu?" diye sordu karşısında panikle dikilen genç hemşireye Hakan Bey.
"Lütfen benimle gelin!" sözlerini tekrarladı, sesini biraz yükseltmişti genç hemşire. Titrek sesi, onun bir şeylerden korktuğunu belli ediyordu.
"Şşşt... Sakin olun, lütfen ne oldu?"
"Şu genç kız, bana bir şeyler söyledi!"
"Hangi genç kız?"
"Erol Bey'in yakını olan şu kız var ya, 144 numaralı odadaki..."
"Fatma mı?"
"Evet!"
"Aman Allah'ım! Uyandı mı?" "Bilmiyorum. Benimle gelin!"
Hakan Bey, odasından fırlayarak merdivenlerden çıktı. 144 numaralı odanın kapısına geldi; kapı açıktı, içeriye girdi. Fatma'nın yatağının başına gelerek ona seslendi:

"Fatma? Fatma beni duyuyor musun? Cevap ver kızım! Fatma?"

Birkaç kere Fatma'ya seslendi, fakat hiçbir cevap vermiyordu Fatma, genç hemşire de odaya geldi, dizlerinin titremesi hala durmamıştı.
"Ne oldu burada?" diye sordu Hakan Bey genç hemşireye; hemşirenin yüzünde ise hala o panik ifadesi vardı.

"Doktor Erol Bey tatile gitmeden önce, benim cuma geceleri saat 3'te bu odaya gelip, onu kontrol etmemi istedi..."

Birden cümlesini yarım bıraktı genç hemşire, Hakan Bey'in gözlerinin içine baktı, ağzından söylememesi gereken bir şey kaçırmış çocuklar gibiydi, yanakları kızardı. Hakan bey onun bu halini fark ederek, "Neden peki?" diye sordu.
"Bilmiyorum" dedi başını öne eğerek, utanmıştı; çünkü Erol Bey bu isteğinden kimsenin haberi olmamasını istemişti.
Doktor Hakan Bey, olduğu yerde düşündü bir an. Acaba Doktor Erol Bey bunu neden istemiş olabilirdi? Fatma zaten hastanede sürekli bir kontrol altındaydı. Özellikle cuma geceleri saat 3'te de onun kontrol edilmesinin sebebi neydi? Üstelik bu konudan neden Hakan Bey'in haberi yoktu? Bu sorular aklına takılmıştı ama üzerinde fazla durmadı. Hastaneye geldiğinde ona bu konuyu kendisi soracaktı. Anlattıklarına devam etmesini istedi genç hemşireden.

"Peki, tamam anlıyorum. Devam et"
"Bende tıpkı geçen hafta olduğu gibi bu gece de, onu kontrol etmek için buraya geldim. Odaya girdiğimde ağır bir koku vardı..."
"Nasıl bir koku?"
"Ağır bir koku işte... Tıpkı şey gibiydi..."
"Ne gibiydi?"
"Bilmiyorum... Deniz kokusu gibiydi. Ne bileyim, yosun kokuyordu oda sanki..."
"Yosun mu?"
"Evet, onun gibi bir şey" "Sonra ne oldu?"
"Odaya biraz temiz hava girmesi için pencereyi açtım. O sırada bir ses duymaya başladım; kısık bir ses, birisi acıyla bir şeyler mırıldanıyordu sanki. Hemen hastaya doğru baktım, oydu mırıldanan. Kımıldamıyordu, sadece dudaklarının arasından bir şeyler mırıldanıyordu..."
"Ne diyordu, anlayabildin mi?"
"Anlaşılmıyordu pek ne dediği. Kulaklarımı dudaklarına yakırdım, 'su', diyordu... 'Su.' Su istediğini düşünerek, odada su var mı diye etrafa bakındım. Sonra birden yatağın üzerinde sallanmaya başladı. Korktum ve ne yapacağımı bilemediğimi için de koşarak sizin yanınıza geldim"

Doktor Hakan Bey, genç hemşireyi dinlerken gözleriyle yatağın üzerinde ölü gibi, kımıldamadan uyuyan Fatma'yı izliyordu; ama Fatma, içine çektiği o ürpertici, derin nefeslerden başka hiçbir yaşam faaliyeti göstermiyordu. Göz kapakları kımıldıyordu, sanki gözlerini yalandan kapamış gibiydi; yüzünde de çirkin bir gülümseme belirmişti biran.
Hakan Bey gözlerini Fatma'dan çekerek,
"Sanırım bir rüya gördü!" dedi.

"Erol Bey'e haber vermeliyiz!" dedi genç hemşire.
Hakan Bey, kendisinden beklenmeyecek, sert bir ifadeyle genç hemşirenin gözlerinin içine baktı:
"Hayır, Erol Bey'e haber verilmeyecek!"
"Ama..."
"Kesinlikle Doktor Erol Bey'e haber verilmeyecek!" diye tekrarladı, eğer aksine hareket ederse daha çok kızacağı sesinden hissediliyordu.
"Peki" diyerek cevapladı hemşire. Hakan Bey'in, gözlerinin içine bu kadar sert bakması onu utandırmıştı.
Hakan Bey,onun bu halini fark etti ve karşısında titreyen genç hemşireyi biraz rahatlatmak istedi.

"Bak Seçil. Şu anda Doktor Erol Bey güzel bir tatilin ortasında ve bu tatile de çok ihtiyacı var. Eğer şimdi, biz ona bu durumu anlatırsak, bütün tatili zehrolur. Eminim ki Fatma bir rüya gördü. Bu tepkileri o yüzden"
Başıyla odanın açık kapısını göstererek

"Haydi, sen git, diğer hastalarla ilgilen" dedi.
"Peki Hakan Bey" dedi hemşire, Hakan Bey'in söylediklerini onaylar bir tavırla. O, tam kapıdan çıkarken Hakan Bey bir soru daha sordu:
"Bir saniye! 'Yatakta sallanıyor'dedin, değil mi?"
"Evet, efendim"
"Nasıl bir sallanmaydı bu? Şiddetli mi yoksa titreyerek mi?"
"Sanırım şiddetliydi.."
"Tarif edebilir misin?"
"Biri sanki onu yakalarından tutmuş, hırpalıyor gibi sallanıyordu yatakta"
"Peki, teşekkür ederim gidebilirsin!"
Genç hemşire odadan çıkarken kapıyı usulca kapadı ve nöbetçi hemşirelerin kaldığı odaya doğru yürümeye başladı. Biraz önce korktuğu dakikalardan olsa gerek, yürürken zaman zaman arkasına bakıyordu, biri sanki onu takip ediyordu. Yavaş adımları hızlanmaya başladı. O hızlandıkça, takip ediliyormuş hissi daha da kuvvetlendi; korkudan ağlayacak gibi oldu. Hemşirelerin kaldığı odanın önüne geldiğinde can havliyle kapıyı açarak kendini içeriye attı.

Hızla içeriye girip, derin derin nefes alan hemşireyi karşısında bulan Nuray Hanım, gazetede çözdüğü sudoku bulmacasından kafasını kaldırarak merakla sordu:
"Ne oldu Seçil?"
Seçil, Nuray Hanım'a baktı. Nuray Hanım, gayet rahat haliyle tekrar sordu:
"Seçil, ne oldu?"
Seçil cevap vermedi. Nefes alışları düzelene kadar bekledi. İçinden de, bu yaşananları unutmanın en iyisi olacağını geçirdi.

Cennete Suikast Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin