Yeraltının karanlığını aydınlatan ışıklardan biri yanıp sönüyordu. Diğer taraftan gelen tren hızla uzaklaşırken raylara çarpan sesi etrafa yayılıyordu. Sessizlik, tren gidişini tamamladığında hâkimiyetini ilan etti.
Kim Taeyeon, sırtında çantası ve kollarında iki tane ders kitabıyla ayakta bekliyordu treni. Dersi bittiğinde okuldan kaçan liselinin yüzüne heyecanlı bir mutluluk sahip olmuştu. Elleri stresten kitapları sıkıca tutuyordu. Siyah saçları toplanmış ve uçları üniformasının yakasına değiyordu.
Uzun zamandır bekliyor olmalıydı ki dudaklarını ısırarak saate baktı, iç çekti ve beklemeye devam etti. İlk defa, ilk defa metroyu kullanacaktı. Büyük ihtimalle okulun önünde onu beklemekte olan siyah ve aşırı pahalı Mercedes ile şoförü çoktan annesine ulaşmış ve kızının kaybolduğunu haber vermişti. Metroda olduğu için telefonu da iptal olmuştu, ona ulaşmaları imkânsızdı. Kim aşırı zengin bir ailenin çocuğu olup da metro kullanırdı hem? Bu kaçaklık onu hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyordu tabii. Adrenalin güzel bir şey olmalıydı, onu ilk defa tatmak ise ayrı bir zevk.
Tren hâlâ gelmemişti, bekleme alanı ise yavaş yavaş doluyor ve gürültü artıyordu. O anda yanında biri durdu. Taeyeon, merakla yanındakini incelemeye başlamıştı. Kendinden birazca uzun, kısa ve kahverengi saçları karışmış olan pembe kulaklığıyla şarkı dinleyen bir kız... Melodi azcık gelse de bu şarkıyı çok dinlediğinden anlamıştı ne olduğunu. Bir anda bu tanımadığı kız ile şarkıyı beraber dinlemek istemişti. Gözlerini kulaklıktan çekemiyordu, sanki notaların çıkışını görüyordu. Ve bu durumda olabilecek en kötü şey oldu: Kız döndü ve Kim Taeyeon ile göz göze geldiler.
Kim Taeyeon, kendiyle ilgili büyük şüpheleri olan kız, derin bakışların etkisinde kalmış, karışık kısa saçlardan gelen kokuyla sarhoş olmuştu. Kızarmış yanaklarını ve utanan gözlerini saklamak amacıyla raylara döndü yüzünü. Kalbi az önceki adrenalinden daha güçlü bir hormon ile yönetiliyor olmalıydı. Hayır, diye haykırdı içinden. Korkmuştu. Gerçekten de bir kız onu etkilemiş olamazdı, şüphelerinde haklı çıkmak istemiyordu. Taeyeon için, kendi hakkında itiraflarda bulunmak pek zor değildi. Sadece, bu olduğu için ailesinin ondan nefret edeceğini biliyordu. Ve kahretsin, bu bir evladın yaşayabileceği en kötü şey olmalıydı.
Kulağına bir kıkırdama geldiğinde kıza tekrardan döndü. Gülen dudaklarını zarif elleriyle kapatan kızın gözleri yok olacaktı neredeyse. Yutkundu. Karşısındaki kız çok güzeldi. Bunu anlamak için saçlarını düzeltmesi veya üzerine eşofman yerine seksi bir elbise giymesine gerek yoktu. Gerçekten güzeldi ve Taeyeon ondan etkilenmişti. Ve kız, gülmeyi kesip konuştu: "Çok şirinsin." Bir an bekledi ve sonra ekledi. "Kaç yaşındasın?"
Taeyeon kendine geldikten sonra kıza biraz daha dikkatli baktı. Üzerinde beyaza kaçan pembe bir eşofman vardı ve eskimiş gibi duruyordu. İnce bacakları ise bilekten bitme siyah bir Converse ile son buluyordu. Ama bu kızın, kendisine böyle bir soruyu sorma hakkı var mıydı? Taeyeon, küçük gösterdiğini biliyordu ama bu güzel kız da çok büyük olmamalıydı.
"18." Kısaca cevapladı Kim Taeyeon. Pembelere bürünmüş güzel kız şaşkınlıkla ona bakıyordu. İnanamamış olmalıydı. Ama Taeyeon bunu ilk defa yaşamıyordu, alışkındı ve bu yüzden üstesinden gelebilirdi.
"Ben de birkaç ay sonra 18 olacağım." Şaşkın gözleri kahverenginin en güzel tonu olmalıydı. "Benden büyük olduğunu düşünmek çok imkânsız geliyor gözlerime."
"Evet, şey... Küçük gösteriyorum, değil mi?" Komik bir gülümseme yüzüne yayıldığında tren ses çıkara çıkara yerinde durdu. Taeyeon, kızın geçmesini bekledikten sonra ardından bindi. Pek kalabalık değildi ama oturacak yer de yoktu. Kapının kenarında durdular. Taeyeon'un gözleri ona itaat etmiyor ve her an kaçıp zıplayarak yanındaki pembeli güzel kıza bakıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hello, It's Me
Fanfiction"Merhaba," diyor hattın diğer tarafındaki. "Benim." Kimse bilmiyor. Kimin nesi? Neden yapıyor? Konuşmasın. Konuşmasa olmaz mı? Konuştukça batırıyor her şeyi. Ama bildiğinden sadece. Bildiği için anlatıyor yavaşça. Karışıyor ortalık. Ama sakin, on...