Evindeki çoğu şeyin kolilere doldurulmuş olması ve diğer her şeyin satılmak için kamyonlara bindiriliyor olması onu korkutuyordu. Üzerine boş duvarlar ve boş odalar... Kim Taeyeon hepsinin ortasında oturuyordu. Bu kocaman evin bugün hariç hiçbir zaman bu kadar boş olduğunu görmemişti. Odanın kapısı sertçe açıldığında elindeki fotoğrafı cebine sıkıştırıp ayağa kalktı.
"Taeyeon!" Genç kız endişeli bir şekilde annesini süzdü. Kadın ise, kızına hiç bakmamıştı bile. "Benimle geliyorsun."
"Ne?"
"Babanla boşanıyoruz. Boşandık sayılır." Elindeki peçeteyle alnında biriken ter damlalarını sildi. "Sen de tabii ki benimle geliyorsun."
Taeyeon annesine acıyla baktı. Bir ayrılığın geleceği belliydi. Zaten yıllardır birbirlerini aldatıyorlardı, bu iflas sadece bir bahane olmuştu boşanmalarına. Genç kız ise, ne annesine ne de babasına bağlı hissediyordu kendisini. "Nereye geliyorum?"
"Çin." Kadın bunu söylediği anda odanın kapısı aynı sertlikle bir kez daha açıldı. Kim Taeyeon gözlerini devirdi. Bir iç çekti, bütün bunlar ne zaman bitecekti?
"Taeyeon-ah, Amerika'da yaşamak ister misin?"
"Hah! Benimle geliyor. Kızımı alamazsın."
"Öyle mi? Şimdi senin kızın oldu demek ki... Taeyeon'u başka bir adamın yanına asla yollamam. Benimle geliyor." Müstakbel eski eşinin kolunu tutup elindeki telefonu aldı. "Bu sorumsuz halinle mi bakacaksın kızıma?"
Kendini adamdan, kolunu çekiştirerek zorla kurtarırken kızına bakıyordu. "Sence kızımı başka bir kadının yanına bırakır mıyım? Bırakmayacağım. Kendine bak önce, ne zaman onun yanında oldun ki!"
"Benimle doğru-"
"Yeter." Taeyeon'un bezmiş, üzgün sesi ikisinin de susmasını sağladı. Parmaklarıyla oynarken cümlelerini toplamaya çalışıyordu genç kız. Kafası karışmıştı. Biliyordu ki ikisiyle de yaşayamazdı. İkisiyle de arası kötüydü. "Ne Çin'e ne de Amerika'ya gideceğim. Sizin geleceğime, sokakta bile yaşarım."
"Taeyeon böyle şeyler..." Kadın ağzını açtığı gibi kapattı. Kızının gözyaşları her şeyi anlatıyordu, ona iyi birer ebeveyn olamamışlardı.
"Kore'de kalacağım. Nereye gidiyorsanız gidin. Kiminle evleniyorsanız evlenin. Hiçbiri umurumda değil, anlıyor musunuz? Beni rahat bırakın, yeter." Elinin tersiyle yanaklarındaki gözyaşlarını sildi.
"Burada tek başına nasıl yaşayacaksın?" Babası sanki yumuşak olmaya çalışıyor gibiydi ama sesinin tonundan ne kadar sinirli olduğu anlaşıyordu. Bu soru bir cevaptan çok, daha önce istediği şeyin yerine getirilmesini emrediyordu.
"Bilmiyorum." Günler öncesinden hazırlanmış bavullarının yanına gitti. Sırt çantasını omzuna aldı. "Birkaç eşyam daha var, alacağım. Yuri'den borç para isterim, meraklanmayın. Kendi işinize bakın."
"Taeyeon-ah..." Kızına doğru elini uzattı kadın ama yapamadı, onu orada tutamadı. Yanında tutamadı. Şimdi gidiyordu ama çok önceden kaybetmişti Taeyeon'u. Ağır eşyalarını o zayıf bedeniyle taşıyan kızının gidişini izlerken ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
"Bırak gitsin. Düşündüğü gibi, en iyisi bu." Bu sefer üzgün ve hayal kırıklığına uğramıştı. Sözleri ise kadını ağlatmıştı.
Ne olursa olsun ikisi de Taeyeon'un ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlayamazdı. Kim Taeyeon, her şeyin suçlusu olarak kendini görmekte haklı mıydı? Kim Taeyeon büyük bir aptaldı. Kolları acıyordu bavulları çekerken, durabilir miydi? Annesiyle ya da babasıyla gidebilir miydi? Ya karşısına tekrardan çıkarsa? En azından Kore'de olmadığını biliyordu. Bir sürü nedeni vardı burada kalmak için, nasıl gidebilirdi? Genç kız, o gün evden dışarı adımını attığında karşısında esmer arkadaşını bulmasaydı nasıl yaşardı bilmiyordu. Ya da... Yaşar mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hello, It's Me
Fanfiction"Merhaba," diyor hattın diğer tarafındaki. "Benim." Kimse bilmiyor. Kimin nesi? Neden yapıyor? Konuşmasın. Konuşmasa olmaz mı? Konuştukça batırıyor her şeyi. Ama bildiğinden sadece. Bildiği için anlatıyor yavaşça. Karışıyor ortalık. Ama sakin, on...