Siyah saçlı kız yorgun bir şekilde yatağında yatıyordu. Büyük yatağının üzerinde açık duran bir sanat dergisi, bir roman ve telefonu duruyordu. Gözlerini kapatmıştı, bir şeyler düşünüyor olmalıydı. O anda mavi duvarlı odasının kapısı açıldı ve içeri güzel, çok güzel, bir kız girdi.
Siyah saçlı kızın gözlerinden biri açıldı. Odasına gelen güzel kızı gördüğünde yüzüne bir sırıtış hâkim oldu ve diğer gözü de açıldı. Onu incelemeye başlayan gözleri aynı anda hem arzu dolu bir oyunculuk hem de aşk dolu bir parlaklık taşıyordu. "Üzerindekini çok beğendim." derken hafif aralık duran dudaklarını yalıyordu. "Yatağa gel."
Diğer kız ona bakarken güldü. Görünüşü, bakışı ve söyledikleriyle tamamen bir sapıktı. Kendi üzerindekine bir göz attı ve başını iki yana salladı. "Sadece bornoz giyiyorum, TaeTae." Başındaki havluyu çıkarıp saçlarını serbest bıraktığında onun bu hareketlerini her ayrıntısıyla izleyen Taeyeon'un yüzüne fırlamıştı havlu.
"Evet. Şimdi söylediğinde o olmadan daha çok beğeneceğimi hatırladım." dedi yüzündeki havluyu eline alırken. "Ve havlu güzel kokuyor..."
"Gitmem lazım Tae, başka bir zaman nasıl olur?" Saçlarını kurulmaya başlamıştı. Taeyeon makinenin sesiyle somurttu. Uzun bir süre boyunca elinde havluyla sesin bitip gitmesini bekledi, somurturken.
"Ama Stephanie..." Taeyeon küçük bir çocuk gibi mızmızlanmaya başladığında bu sadece bornozlu kızı güldürmüştü.
"Küçük çocuklar sevişemez, TaeTae."
"Dün gece seviştik ama," yataktan kalkarken sırıtıyordu "hadi."
"Hayır. Şimdi odadan çıkarsan üzerimi giyineceğim, Kim Taeyeon." Sert bir şekilde söylediğinde odanın sahibi gözlerini devirdi.
"İyi, öyle olsun. Ama hatırlatırım ki senin görmediğin yerlerini bile gördüm, Hwang Stephanie-shi." Göz kırparak odadan çıktığında sevgilisinin ona 'sapık' diye bağırdığını duymuştu.
Mutfaktan bir bardak su aldıktan sonra televizyonun karşısına geçti. Kanallarda amaçsızca dolaşırken yukarıda, kendi odasında giyinen sevgilisini düşünmeye başladı birden.
O yaşta sevgilileri düşündüğünde gerçekten uzun zamandır birlikteydiler. Neredeyse iki yıl olacaktı ve Kim Taeyeon bu iki yılın her bir gününde tekrardan âşık oluyordu kıza. Kalbini ona kaybetmişti ve bundan memnundu. Sırıttı. Onu düşündükçe mutlu oluyordu. Ona deliler gibi âşıktı. Sabahları onun mesajına ya da hâlâ uyumakta olan güzel yüzüne uyandığında, küçük olanın ona verdiği günün o ilk mutlulukları belki de güne devam etmek istemesinin, yataktan kalkıp yaşamasının tek nedeniydi. Ya da ne zaman buluşsalar ona karşı olan aşırı ilgisi... Taeyeon, ilgiyi seviyordu ve özellikle Tiffany'nin ilgisini seviyordu. Onun ilgisi hep kendisinde olsun istiyordu, başkalarına kayınca ise bencil bir kıskançlıkla dolup taşıyordu. Onunla el ele yürümek, ona sarılmak, onu öpmek, onunla konuşmak... Bunların hepsi minik ama hiç tükenmeyen bir mutluluğu getiriyordu.
Taeyeon, sevgilisinin düşüncelerinde kaybolmuşken kucağında bir ağırlık hissettiğinde geri döndü dünyaya. "Ne düşünüyorsun böyle, yeobo?"
Yüzündeki gülümseme, gözlerindeki merak, güzelliği, kollarını boynuna dolayışı, kucağında küçük bir kız gibi oturuşu ve güzel sesiyle, o şirin Amerikan aksanıyla Korece konuşuşu ve son olarak ona 'yeobo' diye seslenişi... Taeyeon, kucağındaki kız hakkındaki her bir ayrıntıyı yıllarca düşünebilir, o ayrıntılarla sonsuza kadar mutlu ve âşık olabilirdi. "Seni." Tek bir kelime dudaklarından düştüğünde Tiffany'nin yanaklarının kızarışını izledi. Bu değişimi izlemeyi bile dünyaları verseler bırakmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hello, It's Me
Hayran Kurgu"Merhaba," diyor hattın diğer tarafındaki. "Benim." Kimse bilmiyor. Kimin nesi? Neden yapıyor? Konuşmasın. Konuşmasa olmaz mı? Konuştukça batırıyor her şeyi. Ama bildiğinden sadece. Bildiği için anlatıyor yavaşça. Karışıyor ortalık. Ama sakin, on...