Joohyun, traktörü evin arkasında durdurdu. Gürültü kesildiğinde etraftaki evlerde birkaç kişi rahatlamıştı. Gecenin karanlığı tekrardan sessizliğe büründüğünde ise uzun boylu genç kız aracından inip kapıyı yavaşça kapattı. Yorulmuştu.
Etrafa göz attı, kırmızı bisikleti göremediğinde hem rahatlamış hem de endişelenmişti. Evet, Yoona geç saatlere kadar çalışıyor olabilirdi ama saat üçtü ve bu cidden geçti. Yoona için bile.
Traktörün kasasında ölü gibi yatan iki kıza seslendi ve onların vücutlarını salladı. Sarhoş kızlar acıyla gözlerini açtılar. Joohyun sırayla onları binaya taşıdı. Yorgunluğu her an daha da artıyordu ve bu kızlar onun için ağırdı. Biri kendisi kadar uzun ve bir diğeri ise kısa olsa da kaslı bir kızdı. Spor kıyafetleri bunu garantiliyordu.
Uzun bir çabanın ardından kızları eve taşıdıktan sonra odasına kilitledi. Yoona görsün istemiyordu çünkü bu gerçekleşirse kolundaki kan akan çizginin tüm bedenine yayılacağını biliyordu. Yoona, bu kızları eve attığını sanacaktı...
Koltuğa oturdu ve üzerindekileri çıkarıp sadece sutyeniyle kaldığında kolundaki yaraya baktı. Hafifçe dokunduktan sonra acıyı hissetmişti. Kırık sehpanın üzerinde duran masa lambasının ışığında koluna pansuman yapmaya başladı.
"Kim Hyoyeon," kızlardan birinin adı buydu ve ünlü biriydi. Yoksa paparazziler onun peşinde olmazdı, değil mi? Telefonunu çıkardı ama şarjı bitmişti. Küfrederek külüstür aleti bir kez daha fırlattı. Kirli ve yırtılmış kıyafetlerini alıp banyoya, onları yıkamaya gitti. Kolu acıyor ve her tarafı ağrıyordu. Gözleri uyku için yalvarırken binada sesler duymuştu.
"Kahretsin, kolumu görmemeli!" Hızlı hareketlerle, Yoona'dan neden bu kadar çok korktuğunu hatırlayarak odasına koştu ve uzun kollu bir şey giyip sarhoş kızların üzerini örttü. En azından ses çıkarmadan uyuyorlardı. Şükür.
Kapının açıldığını duyduğunda kendine çekidüzen vererek arkadaşını karşılamaya gitti. Yoona, suratsız kız, toprak ve çamura bulanmış bir şekilde önünde duruyordu. Bu loş ışıkta bile yüzünden akan kanlar, yine yüzündeki ve ellerindeki kesik izleri az çok belli oluyordu.
"Ne yaptın sen?!" Joohyun korkuyla arkadaşının yüzünü silmeye başlamıştı. "Hadi, gel. Seni temizlemek lâzım."
Yoona ona itaat etti. Hâli yoktu, eğer olsaydı ona karşı çıkar hatta kolundan akan kanı gördüğünü söyleyip kızardı bile. Ama yapmadı.
"Endişelenme, bisikletten düştüm."
"Sen bisikletten düşmezsin, Im. Hem nereden düşmüş olabilirsin, şu hâline bak!"
"Tepeden yuvarlandım, tepeye çıkmıştım." Joohyun bu cevapla pansuman yapmayı bırakmıştı. Sinirli, Yoona'nın koluna vurdu.
"Ne işin vardı orada?"
"Sence?" Büyük olan acı dolu gözleriyle hayatındaki tek kişiye baktı, arkadaşına ve manevi kardeşine. "Yuri'yi özledim."
"Yuri'yi özlediysen onun yanına git, özür dile. Neden hep o tepe?"
"Joo, bildiğin şeyleri sormayı kes. Pansuman yapmıyorsan, ben uyuyacağım." Bu sözler karşısında vereceği cevabı yoktu küçük olanın. Pansumanını bitirdi ve arkadaşının odasına gidişini izledi.
Im Yoona, ona bakmadan soğuk bir şekilde söylendi. "Koluna ne yaptın sen?"
Joohyun yine cevapsız kalmıştı, daha sonra anlatabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hello, It's Me
Fanfiction"Merhaba," diyor hattın diğer tarafındaki. "Benim." Kimse bilmiyor. Kimin nesi? Neden yapıyor? Konuşmasın. Konuşmasa olmaz mı? Konuştukça batırıyor her şeyi. Ama bildiğinden sadece. Bildiği için anlatıyor yavaşça. Karışıyor ortalık. Ama sakin, on...