Şubat 2012...
Bugün hava sonbahardan bozma görünse de kıştı ve soğuktu, yine atölyeye gitmek üzere evden çıktım ve ellerimi soğuktan korumak için montumun ceplerine soktum.
Yapacağım çömlekler daha iyi tutsun diye elimi pek sıcak tutmazdım ama üşümeyi de sevmem.
Bugün atölyedeki kurları tamamlayanlar mezun olacaktı. Onlara tebrik amaçlı hazırladığım minik kurabiye paketlerini evde unuttuğumu fark edince hemen arkamı döndüm ve hızlanıp eve doğru gitmeye başladım.
Kurabiyeleri neden unuttum ki? Bugün niye bu kadar dalgınım? Her mezuniyet döneminde alıştığım öğrencilerim değişiyor diye kendimi kötü hissediyordum, bu da ondan olmalı sanırım.
Yere bakarak yürüdüğümü kafamı bir şeye çarpınca fark ettim. Başımı hemen kaldırıp neye çarptığıma baktım. Bu yünlü bir monta benziyor. Bir insana çarptığımı hemen anlayınca özür dilemek adına iki kez başımı eğdim. Kafamı yeniden kaldırdığımda
"Özür dilerim." dediğini okudum dudaklarından.Dudak okumak en büyük kurtarıcım olduğu için biriyle karşı karşıya kaldığımda genellikle dudaklarına bakardım.
Ben ona çarpmıştım ama o benden özür diliyordu.Benden özür dilerken hafifçe gülümseyen dudakları normalde yapmayacağım bir şey yapma isteği uyandırdı bende. Gözlerine bakma isteği. Bakışlarımı yavaşça daha yukarıya kaldırıp gözlerine baktım.
O kadar güzeldi ki! Gözleri çok güzeldi...
Dünya üzerinde bu kadar güzel göz başka birinde var mıydı? Herkesin gözleri bu kadar güzel, bakışları bu kadar derin miydi?
Şimdiye dek kimsenin gözlerine uzun uzun bakmadığımı fark ettim. Kimsenin bakışlarını incelemediğimi. Demek birinin gözlerine bakmak böyle bir şeymiş.
O an nadiren yaptığım bir şekilde işitme engelime hakaret savurdum. Keşke insanların dudaklarını okumak için suratlarına bakarken dudaklarından başka yere odaklanmamam gerektiğine alışmak zorunda kalmasaydım da benle konuştuklarında direkt gözlerine bakabilseydim.
Birkaç saniye içinde tekrar başımı eğip kaldırdım ve işaret diliyle özür diledim. İşitme engelli olduğumu anlamıştır diye düşündüm.
Normalde işaret dili kullandığımda insanların bakışlarında bir acıma belirtisi görürdüm. Bunda da aynı şeyi görürüm diye düşündüm. Gerçi bu kadar derin bakan biri acıyarak nasıl bakıyor anlayabilecek miydim bilmiyorum.
Gözlerinde anlık bir şaşkınlık belirdi sonra hemen kayboldu. Bir anda ellerini havaya kaldırdı ve parmaklarını oynattı. İşaret dili biliyor muydu? Evet, biliyor galiba. Parmaklarını kıpırdatarak söylemeye çalıştığı şeyi anladığıma göre bu çocuk kesinlikle işaret diliyle konuşuyordu.
"Hayır, ben dikkatli olmalıydım, özür dilerim."
Tekrardan dudaklarına odaklandım. Ama konuşmadı. Dudaklarını kıpırdatmadı. Konuşmadığını fark edince gözlerine yeniden baktım.
Ellerimi oynatarak yanıt verdim:
"İşaret dili bildiğiniz için teşekkür ederim."
Gülümsedi. Ben de gülümsedim. Onun kadar güzel gülmemiş olabilirim. Eminim onun kadar güzel de değildim ama yine de çok içten gülümsedim.
Birbirimize eğilerek selam verip yolumuza devam ettik.
İşaret dili bilen çok az insan tanıyordum. Engelliler vakfındaki arkadaşlarım ve doktorlarım hariç.
Yakın arkadaşlarım, ailem biliyordu sadece. Sokakta çarptığım herhangi biri işaret dili bilmezdi, bilmek zorunda da değildi.
İşitme engeli yok ki neden bizim dilimizi öğrensin?
Ama bu adam bilmişti. O da engelli miydi acaba? Ama hayır, ilk başta konuşmuştu. Yani duymadım ama dudaklarını oynattığını gördüm. Demek ki engelli değil. O zaman neden işaret dilini biliyordu ki?
**
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sesimi Duy / Baekhyun ✔
FanfictionBir dilek hakkım olsa, sesini duymayı dilerdim. Kulaklarım sesinle çınlasın, sözlerin kulaklarımdan girip içime işlesin isterdim. Sesini duymayı isterdim. Senin sesini duymayı... Seni bir kez olsun duymayı... °°° Bu kısacık hikayeyi işitme engel...