Aralık 2014...
Baekhyun'la yine aynı kafede oturmuş kahve yudumlarken ellerime baktığını fark ettim. Kahve fincanını sarmalamış titreyen ellerime...
"İyi misin?" diye sordu.
"Sana söylemek istediğim bir şey var o yüzden biraz heyecanlandım." diye yanıtladım.
Şaşırmıştı.
"Seni ilk defa böyle heyecanlı görüyorum. Söyle hemen, merak ettim."
Merak etmesi normal çünkü evet ben genelde heyecanlanan bir tip değilim, hayatı sakin yaşamaya baya alışmıştım. Her zaman sakin bir imajım vardı. Çünkü heyecanlanınca kendimi ifade etme olasılığım iyice düşerdi, zaten konuşamıyorken ellerim de titrerse işaret diliyle konuşamazdım. Kendimi sakinleştirmeyi çok küçükken öğrenmiştim.
Annem vefat ettiğinde bile çok ağlamamıştım mesela. Gayet sakin karşılamıştım. Jongdae benim için endişelenip psikologumu eve getirmişti ama gerek yoktu ki ben gayet iyiydim, hasta annemin öleceğini hepimiz biliyorduk sadece zamanı belli değildi.
Aradan iki hafta geçtikten sonra ağlamaya başlamıştım çünkü evdeki yokluğunu yavaş yavaş hissetmiştim. O sıralar Jongdae'den başka kimsem yoktu, iyi ki vardı. Hep yanımda olmuştu. O zamanlarda da yanımda olmuştu. Ah düşünüyorum da Jongdae nişanlısıyla o zamanlar tanışmıştı ve onun heyecanını paylaşacağımız yerde benim acımı paylaşmıştık.
Neyse ki çömlek yaparak huzur bulmuş ve çabucak kendime gelmiştim. Ardından Jongdae'nin nişanını yapmıştık. Nişanlısı Jiwon benim de üniversiteden arkadaşım. İkimiz de okuldayken "Sigarasız Dünya Kulübü" üyesiydik, öyle tanışmıştık. İşaret dili bildiği için diğer üyelerdense hemen onunla yakınlaşmıştım ve birkaç hafta içinde onu Jongdae'yle tanıştırmak şu hayatta yaptığım en doğru şeylerden biriydi. Kendisi şu anda bir anaokulu öğretmeni. Dünyanın en şefkatli insanlarından biri, tam da Jongdae'nin hayal ettiği gibi olgun ve şefkatli.
--
Baekhyun önümde elini sallayınca düşüncelerimden sıyrıldım. Meğer dalıp gitmişim.
"Seni bu kadar heyecanlandıran ne? Söylemeyecek misin?"
"Ben İsviçre'ye gidiyorum."
Hiçbir tepki vermedi ya da belki dondu kaldı. Yanlış bir giriş yaptığımı fark edince hemen konuşmaya devam ettim.
"Yani gidiyorum dediğim... tedavi olmak için."
"Ne tedavisi? Hasta mısın? Neyin var? Neden bana söylemedin? Neren ağrıyor? Ciddi bir şey mi? Kore'de tedavisi yok mu? Hastalığını söyle doktor arkadaşlarım var onlara iletirim, yardımcı olurlar. Ne kadar hastasın? Canın çok yanıyor mu?...."
Ve daha nice soru sordu. Yanıt veremedim çünkü mutluluk iliklerime işlemişti. Baekhyun hasta mıyım diye sormuştu. Baekhyun işitme engelimi tedavi edilmesi gereken bir şey olarak görmüyordu demek ki. Bunu bir hastalık olarak görmüyordu.
Bir yerimin ağrıdığını düşünmüştü halbuki ben işitme duyumu tedavi ettirmek istiyordum. Ama Baekhyun bunun aramıza bir engel koymadığını, beni hasta olarak görmediğini ifade etmişti saniyeler içinde.
Yüzüme yayılan gülümsemeyi görünce havada bir şeyler sormak üzere tuttuğu elini indirdi, şaşkınlıkla bana baktı. Neden gülümsediğimi anlamaya çalışıyordu.
"Sakin ol Baekhyun, hasta değilim. Sayende çok iyiyim. Çok çok iyiyim."
"O zaman neden İsviçre'ye gidiyorsun? Ne tedavisi bu?"
"Ben artık duymak istiyorum. Seni duymak, seninle konuşmak istiyorum. Bu yüzden tedavi olmaya karar verdim."
Sadece gülümsedi. En güzel, en parlak, en göz kamaştıran haliyle...
İlla bir yorum yapmasını beklemiyordum, bana sadece şans dilese bile yeterdi ama o gün öyle bir şey söylemişti ki bana evlenme teklifi etse ancak bu kadar mutlu olabilirdim.
"Seninle geliyorum."
**
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sesimi Duy / Baekhyun ✔
FanfictionBir dilek hakkım olsa, sesini duymayı dilerdim. Kulaklarım sesinle çınlasın, sözlerin kulaklarımdan girip içime işlesin isterdim. Sesini duymayı isterdim. Senin sesini duymayı... Seni bir kez olsun duymayı... °°° Bu kısacık hikayeyi işitme engel...