Olabildiğince uzun yazmaya çalıştım. Hatam varsa affedin, kontrol etmedim...
Kan ağlıyordum. Iki gündür özlemden kan ağlıyordum. Jungkook’a dokunamamın özleminden ruhum ağlıyordu. Parçalanıyordum,geceleri uyumayıp onu düşünüyordum. Ne olduğunu soruyordu,söyleyemiyordum. Çünkü korkuyordum. Ona birşey olmasından, Tae’ye birşey olmasından. Onun canı yanarsa,bende yanardım. Onun canının yanmasındansa, ayrı kalırdım daha iyiydi.
“Yeter!” dayanamıyordum.
“Tanrı aşkına Jimin, neyin var senin? Farkında olmadan birşey mi yaptım sana sevgilim, söyle?!”
“B-ben-”
“Yeter artık, iki gündür sana dokunamıyorum. Yüzüme bile bakmıyorsun, düşünüyorum. Birşey yapıpta canını mı sıktım diye kafayı sıyırdım. Iki gecedir uyuyamıyorum. Seninle evlenme planları yaparken senin bana böyle davranman zoruma gidiyor. Eve git, düşün taşın ve benimle konuş. Seninle böyle olmak istemiyorum.” titrek bir nefes aldım ve adımlarımı ofisin kapısına döndürdüm. Kapıdan çıktığım an gözyaşlarım hücum etti. Hıçkırmaya başladım sessizce. Yapabildiğim tek şey buydu. Sessiz çığlıklar atarak ağlıyordum. O benimle evlenme planları kurarken benim ondan ayrılacak olmam... Ne yapacağımı bilemeyerek gözyaşlarımla birlikte asansöre doğru yürüdüm. Asansör kapısı açıldığında bindim ve zemin katına bastım.
***
“J-jimin, neyin var senin?!” Tae odamın kapısını açıp bana baktığında korkuyla bağırdı. Yaklaşık iki saattir aralıksız ağlıyordum ve artık görüş alanım bile bozulmuştu. Sakin düşünemiyordum ve dokunsalar haykıracak gibiydim. Tae koşarak yatağıma oturup bana sıkıca sarıldı. Bunu yaptığı an, ağlama isteğim daha çok arttı ve kendimi tutamayıp hıçkırmaya başladım tekrar.
“J-jimin..”
“Soru sorma Tae. Gitmemiz gerek. Hemde hemen.”
“Ne diyorsun Jimin? Ne gitmesi?”
“S-soru sorma dedim.” iki gün önce, akşam saatlerinde o kadın aradı ve Jungkook’un yanından ayrılmamı söyledi. İki gündür bu yüzden acı çekiyordum. Ne söylediysem de, kadın beni dinlemedi ve sözlerini söyleyip telefonu yüzüme kapattı.
Tae’den ayrılıp dolabıma doğru yürüyüp kıyafetlerimi ve gerekli eşyaları dolabın üstünden aldığım valizime tıkıştırmaya başladım.
“Jimin, sen iyi misin? Kendine gel.” ölüyorum.
“Git ve eşyalarını topla.”
“Ama-”
“Beni dinle ve eşyalarını topla!”
Yanaklarımda süzülen yeni yeni düşen yaşlarımı sildim ve valizi kapatıp yatağıma oturdum. Biraz durduktan sonra Jungkook’un odasına doğru gittim. İçeri girdikten sonra giysi dolabına adımladım. Kapağını açmamla Jungkook’un kendine has o sert kokusu yüzüme çarptı ve gözlerimi kapatıp kokuyu içime çektim bolca.
Gözyaşlarım hiç durmuyordu,iç sesim hiç susmuyordu, ona olan özlemim tükenmiyordu..
“Seni seviyorum sevgilim..” dolabından aldığım tişörtünü burnuma getirip kokladım bolca. “Seni seviyorum. Beni özleme ve mutlu ol.”
Tişörtünü de alıp odadan yorgun adımlarla çıkıp kendi odama gittim. Taehyung ise valizini yanında getirmiş beni bekliyordu. Bana olan meraklı bakışlarını görmezden gelip valizimi aldım ve merdivenlerden aşağı indim. Kapıya vardıktan sonra kısa süre önce çağırdığım taksinin, kapının önünde beklediğini gördüm. Valizleri arabaya yerleştirip arabaya bindik. Taksi hareketlenirken, belki de uzun süre görmeyeceğim anılarla dolu o eve baktım. Kısa da olsa hayatımın en güzel günlerini yaşadığım eve bakarken taksinin yön değiştirmesiyle görüş alanımdan çıktı. Zor da olsa önüne döndüm ve ağlamaya başladım umusamazca. Gidiyordum. Ona birşey söylemeyecektim,gidiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sparkly Stars °jikook
Fanfiction❝ Park Jimin, sen başıma gelen en güzel şeysin. ❞ ❝ Jeon Jungkook, sen gecemde parlayan en güzel yıldızımsın. ❞