Sekiz yıl önce New York’ta ki bir laboratuarda yeni yeni üreyen bir virüsün tedavisi bulunmaya çalışıyordu. Doktor Mary vampirlere ilgisi olan biriydi. Bu virüsün vampirlerin sayesinde bulaştığını söylüyordu. Çok yakında da kendilerini göstereceklerinden bahsediyordu. Tabi hiç kimse kadına inanmadı. Onu bir tımarhaneye attılar. Bir yıl sonra her şey unutulmaya başlamıştı ki Tokyo da bir saldırı oldu. Binlerce kişinin kansız cesetlerini buldular. Hemen oraya birkaç doktor ve asker göndererek neler olduğunu anlamaya çalıştılar. Bu arada insanlar endişeliydi. Birçoğu Doktor Mary’yi savunmaya başladı. Ortalık karıştı. Bazı insanlar polislerle kavga etmeye başladı. Dört ay sonra da vampirler ortaya çıktı. Vampirlerin, baş vampir dedikleri kişilerle birçok ülkelerin başkanları uzunca konuşmalar yaptılar. Sonunda onlara bir kasaba uygun gördüler. Kasabada yaşayan insanları da bir hayvan gibi onlara teslim ettiler.
***
Emma beyaz boyanmış okula nihayet giriş yapmıştı. Tek omzundaki kırmızı çantası canını acıtmaya başlamıştı. Çantasını düzelttikten sonra hızla okulun koridorlarında yol almaya başladı. Hava her zamanki gibi kapalıydı ve bu kızın canını sıkıyordu. Kapalı havayı küçüklüğünden beri sevmezdi. Ona üzüntüyü anımsatıyordu. ‘‘Vampirlerin burada yaşaması şaşırtmıyor insanı.’’ Diye düşündü.
Dışarıdan normal bir okul gibi görünse de içerisi hiçte öyle değildi. Neyse ki burada bulunan tek insan o değildi. Emma ve birkaç insan yemdi. Vampirlerin besin kaynağı görevini üstleniyorlardı. İnsanlar burada pet şişelerindeki meyve sularından farksızdı.
Emma on altı yaşında bir kızdı. Bir ay sonra on yedi yaşında olacaktı. Kahverengi saçları kıvırcıktı. Mavi gözleri şaşırtılacak derecede açıktı. Yetimhanede büyümüştü. Ailesini hiç kimse tanımıyordu. Bir not bile bırakmadan onu terk etmişlerdi.
Burada insan kıtlığı çektikleri için her vampirin bir insanı olabiliyordu. Eğer bir vampir kendi insanından başka bir insanın kanını içerse sonucu ölüm oluyordu.
Emma’nın vampiri Jackson adında biriydi. Okulun en yakışıklı vampiriydi. Bunu kabul ediyordu kız. Ne yazık ki insanlara karşı sert ve acımasızdı. Aslında Jackson üç sene öncesine kadar böyle birisi değilmiş.
Jackson’ın Emma’dan önceki insanı Melissa adında biriymiş. Jackson’ın zaman geçtikçe Melissa’ya olan duyguları artmaya başlamış. Ama Melissa Nick adında bir insanı seviyormuş. Bir gün ikisi bu kasabadan kaçmış. O günden sonra Jackson tüm insanlardan nefret etmeye başlamış. O olaydan sonra güvenlik sıkılaştı. Hiç kimse buradan kaçamayacak düzeye getirildi. Kaçmaya kalkışanlar oldu. Bedelini de canlarıyla ödediler.
Bunları düşünmeyi bırakıp yürümeye devam etti. Kendi dolabının yanında Alexandra’yı görünce gülümsedi. Burada tek dostu o gibiydi. Bir de Martin vardı. Onu nasıl unutabilirdi ki? Gözlerinin siyahlığı geceyi anımsatıyordu. Saçlarının rengi de buna eklenince sanki karanlık için doğmuştu. Onu ilk gördüğünden beri seviyordu Emma. Ama Martin kızı fark etmiyordu. Kız onun yanında kekeliyor, ne diyeceğini şaşırıyordu. Yanakları kızarıyordu.
Genç kız iç çekti. Alexandra’nın yanına gelince tüm içtenliğiyle gülümsedi. Alexandra’nın bugün fazla neşeli olduğu belliydi. Yerinde duramıyor etrafına gülücükler saçıyordu. Nedenini sormadan onun söyleyeceğini biliyordu genç kız. Çenesini fazla tutamazdı arkadaşı.
Emma merakla arkadaşına bakmaya başladı. Sonunda dayanamayan Alexandra olanları tek bir cümleyle özetledi. ‘‘Martin ve ben çıkıyoruz!’’
Öyle bir bağırmıştı ki herkes onlara bakmaya başladı. Emma’nın yüzündeki gülümseme bir saniyede kayboldu. Alexandra’nın cümlesini idrak etmekle meşguldü.
Alexandra o kadar çok sevinmişti ki Emma’nın neredeyse ağlayacak yüzünü bile göremiyordu. ‘‘Aslında Martin’in benden hoşlandığını fark etmiştim. Hep yanından geçerken bana gülümsüyordu ve …’’ Gerisini duyamaz olmuştu Emma. O, kendisine gülümsüyor sanıyordu. Her gülümsediğinde kızarıyor ve başını yere eğiyordu. ‘‘Ne kadar salakmışım’’ diye düşündü.
Dolu gözleriyle Alexandra’ya baktı. Sarı saçlarıyla yeşil gözleri bir uyum yakalamıştı. ‘‘Erkekler sarışınlardan ne buluyor ki?’’ diye içinden geçirdi.
Gözyaşlarını daha fazla tutamayacağını anlayınca hızla Alexandra’nın yanından ayrıldı. Arkasından ona seslenmesini umursamadı. Sadece ne kadar aptal olduğunu düşünüyordu. İki sene boyunca neden görememişti bunu? Ne kapamıştı gözlerini? Martin’e olan sevgisi mi? Lanet okuyordu kendisine.
Onu en çok şaşırtan durum ise en yakın arkadaşı onca sene onun Martin’e olan sevgisini fark edememiş olmasıydı ya da fark etmişti ama önemsememişti. Asıl soru bundan sonra ikisinin yüzüne nasıl bakacaktı?
Kolundaki baskıyla istemsizce dudaklarından bir inilti çıkardı. Baskıyı yapan kişiye doğru dönünce Jackson’ın sinirli gözleriyle karşılaştı. Emma sesli bir şekilde yutkundu. Jackson’ın gözlerindeki acımasız kırmızılığı görünce canının çok yanacağını anladı. Ama artık pek umursamıyordu. Ölse ne fark ederdi ki? Zaten lanet dünyanın tek vampir olan kasabasında bulunuyordu. Bundan daha kötüsü ölüm olurdu herhalde. Emma da ölümden hiç korkmuyordu bundan sonra.
Jackson onu çekiştirmeye başlayınca düşüncelerinden sıyrıldı. Şimdi gerçek hayata dönmeliydi. Onlara inat nefes almaya devam etmeliydi.
Kırmızı kapıyı görünce iç çekti. İlk kanının sömürüşü geldi aklına. Birçok insanın aksine o hiç çığlık atmamıştı. Jackson da buna sinirlenip kızın çığlık atması için canını daha çok yakmıştı. Emma da dayanamayıp çığlığının odada yankılanmasına izin vermişti.
Daha yeni yeni Jackson’ın bağrışlarını duyuyordu. ‘‘İki bacağın ne işe yarıyor acaba? Yürümeyi bile beceremiyorsun. Bir de senin kanını içiyorum. Zehirlenirsem hiç şaşmam. Sen beni dinlemiyor musun?’’
Arkasına döndüğünde kızla burun buruna geldi Jackson. Melissa da olduğu gibi kendini kaybediyordu. Ama bu sefer eskisi gibi olmayacaktı. O artık eski savunmasız aşık Jackson değildi. Ama Emma’nın o mavi gözleri Melissa’nın gözlerine çok benziyordu. Gökyüzünden bile açıktılar. Gözbebeğinin çevrisindeki hafif yeşillikler maviliklerine renk katıyordu. Ama bu sefer o masum gözlere kanmayacaktı. Tekrar duygularıyla oynanmasına izin vermeyecekti. O acıyı tekrar çekmek istemiyordu. Bir insanın kuklası olmayacaktı.
Jackson bunları düşünürken Emma’ya ne kadar yaklaştığının farkında bile değildi. Emma Jackson’ın kan kırmızısı dudaklarında takılmıştı. Ne kadar yakınlaştıklarının farkındaydı genç kız Jackson aksine. Martin de kırılmış kalbini vampir Jackson da iyileştiremezdi. Bunu istemiyordu. Yine aşkının karşılıksız olmasına göz yumamazdı. Bu acıyı zaten bir kere yaşamış ve hala da yaşıyordu.
Daha yeni yeni gerçek dünyaya gelebildiğinde Jackson’ın sorusuna yanıt verebildi. ‘‘Dinliyorum.’’
Jackson Emma’nın sesiyle kendine geldi ve hemen geri çekildi. Emma’yı geride bırakarak kırmızı kapıdan içeriye girdi.
Emma az önce olanları düşünüyordu. Ne olmuştu öyle? Jackson ile yakınlaşmışlardı. Onu bir yemek gibi kullanan gerektiğinde onunla konuşan Jackson ile yakınlaşmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHİR
WampiryNüfusunun yarısından çoğu vampir olan bir kasaba. Hayatındaki gerçeklerden habersiz olan bir kız ve duygularını göstermekten korkan bir vampir. Birbirlerine ne kadar uzak cümleler değil mi? İşte bu hikayede bu cümlelerin birbirini geçişini şahit ola...