14- Sinir Krizi

2K 157 338
                                    

Draco'nun Anlatımı
Gözlerim ondan başkasını görmüyordu resmen. Onun gözleri, onun ağzı, burnu, gülüşü... Hayatıma devam etmem için sadece bunlar yeterliydi sanki. Ama o beni sever miydi ki? Gözlerime bakarak, "Seni seviyorum, sevgilim." diyebilir miydi? Yoksa ona onu sevdiğimi söylediğimde önce gözlerini kaçırıp, sonra kendi kaçar mıydı benden? Üzer miydi, sever miydi beni? O yanımdayken gözlerimi kapattığımda güven mi kaplardı içimi sevseydi beni? Yoksa umutsluk Ve keder mi? Ağlar mıydı gözlerime bakarken çok sevdiğinden? Yoksa kahkaha atıp uzaklaşır mıydı yanımdan? Sever miydi beni, beni, benim onu sevdiğim gibi?

Ellerimi tutar mıydı düşeceğim sırada endişelenip? Ne olursa olsun beni sevmeyi göze alır mıydı? Ucunda ölüm de olsa beni kendine çekip sarılarak alnıma tatlı bir öpücük bırakır mıydı? Gülümsediğinde yanaklarında oluşan o tatlı gamzelerinden esirger miydi beni? Gözlerimi açtığımda benimle bir eskimo öpücüğü yapmayı ister miydi? Sırıtarak burunlarımızı birbirine sürtmeyi? En önemlisi: Bir gün kendi rızasıyla Bayan Malfoy olmayı ister miydi? Adını soranlara göğsünü kabartarak, "Hermione Jean Malfoy." der miydi? Aklımda o kadar çok soru vardı ki, sıkıntılarım bitmeyecek gibiydi. Şimdi bir de -her ne kadar kabul etmek istemesem de- çok yakışıklı bir "Kevin Anderson" çıkmıştı. Gözümün önünde sevdiğim kızı elimden alırsa ben yaşayamazdım. Onun başkasıyla mutlu olduğunu, beni sevmediğini bilmeyi kaldıramazdım. Yapamazdım, kimse yapamazdı.

•-•

Ertesi gün Büyük Salon'a indiğimde Anderson'ı Gryffindor masasında Hermione ile gülüşürken buldum. Bu Hermione olamazdı. Gözlerimin dolmaya yüz tutmuş olduğunu fark ettiğimde kafamı iki yana salladım. Yemek falan yemeyecektim. Kendime bu eziyeti çektiremezdim. Onu rahat bırakacaktım. Zindanlara giderken yeminimle boşuğuyordum. Yollar hiç bitmeyecekmiş gibi gelmeye başladığında tam zindanın kapısının önündeydim ve kendimi içeri attım. Birkaç merdiven çıkarak zaten tükenmekte olan son hayat enerjimi de harcadıktan sonra çalışma masamın başına geldim. Aceleyle bir parşömen, mürekkep ve kalem aldım. Kalemi dişlerimin arasına aldım ve mürekkebin kapağını açmaya çalıştım. Açılığında lanet sıvı üstüme dökülmüştü ve ben artık çökmek üzereydim. Yine de pes etmedim. Bu yaşadıklarımın boşa olmasına katlanamazdım.

Baba,
Burada neler oluyor bilemezsin. Sevdiğim kız (Sen kim olduğunu biliyorsun.) başka birini seviyor. Aslına bakarsan bundan emin değilim ama onunla gülüyor, eğleniyor...

Ben çok kötü biri miyim baba? Sevgiden mahrum kalmaya bir Azkaban tutsağı gibi mecbur muyum? Kaçışım yok mu? Bu bir çıkmaz sokak mı? Beni kurtar baba. Lütfen dediğin gibi beni bu bataklıktan kurtar. Nefes alamıyorum.

Artık ağlamıyorum baba. Yemin ettim kendi kendime. Çünkü ağlamayı hak etmiyorum ben. Bunu sen de biliyorsun.

İnsanların beni sevmemesi benim sınavım mı baba? Bana bir şey söyle baba, lütfen. Senin sevgine ve desteğine ihtiyacım var.

Sevgilerle, oğlun Draco 'Patates' Malfoy.

Yazdığım mektuba bir göz attıktan sonra onu bir zarfa koyup Malfoy mührünü bastım. Baykuşhaneye gitmem ve bu mektubu hemen göndermem gerekiyordu. Çünkü her geçen saniye nefesim daha da daralıyordu. Kendimi ağlamamak için zorluyordum. Gözlerimin bana ihanet edip göz kapağı denen gözyaşı kapısını açtırmasından korkuyordum.

Baykuşhane'ye giderken bir kız kahkahası duydum. Bu sesi biliyordum. Zihnime kazıdığım sayılı seslerdendi bu. Hermione'nin kahkahasıydı. Gülüyordu. Biri onu güldürüyordu. O mutluydu, benim aksime.

Biraz daha yürüdüğümde, kahkahanın Baykuşhane'nin içinden geldiğini fark ettim. Üçe kadar sayıp içeri girdiğimde Anderson'ı ve Hermione'yi sarılıp kıkırdarlarken gördüm. Onlar beni fark etmişti ama buna aldırmadım. Mektubu benim hayatım gibi simsiyah olan bir baykuşa bağladım ve "Bana hayatımın ve senin renginin aksine parlak haberler getir!" diye fısıldadım. O odadan kendimi uçarcasına attıktan sonra yine Myrtle'ın Tuvaletinin yolunda buldum kendimi. Yine aksimi seyrettim. Dünkünden daha rezil haldeydim. Solgun tenim daha da solmuştu. Gözlerimin altı mosmor iken, saçlarım parlak platin halini çürük bir sarıya bırakmıştı. Bu benim en fazla alter egom olabilirdi. Ben bu olamazdım. Olmazdım. Bir kız için kendimi bu kadar üzemezdim.

Kafamı iki yana sallarken düşündüklerime kahkaha atıyordum aynı anda. Yerdeki neden orada olduğunu anlamadığım çakıltaşlarından birini alıp aynaya fırlattım. Aksim sekiz parçaya bölünürken, sanki ruhum da sekiz parçaya bölünüyordu. Acı dolu bir çığlık attığımda uzun zamandır kesilmemesine rağmen gerginlikten yenmiş olduğu için kısa olan tırnaklarımı yüzüme geçirdim. Yüzüm kanıyordu. Fakat umurumda bile değildi. Tırnaklarımın içine baktım. Kanımla dolmuşlardı.

"Safkan falan değilsin sen! Herkesin kanı aynı! Sen ölsen de hayat devam edecek, bir muggle ölse de!" Girdiğim sinir krizi daha önce hiçbir zaman yaşamadığım türdendi ve kendime inanamıyordum. Artık karışmış saçlarımı uzun parmaklarımla çekiştiriyordum.

"BEN HİÇBİR ŞEYİ HAK ETMİYORUM!" Diye haykırdığımda aynadan bir parça düştü lavabonun içine. Titreyen ellerimle ona uzandım. Elime aldığımda, sanki hayatımın kurtarıcısıymış gibi baktığım cisim, benim ölüm çanlarımı kulağıma fısıldıyordu adeta. Ayna parçasını titremenin bir üst aşamasına geçmiş elimle sol bileğime tuttum. Son anda parçayı bileğimden çekip üstünü derin bir şekilde kestim.

Aynayı elimden kısa bir süreliğine bıraktım ve işaret parmağımla kanımı sıyırarak parçalara ayrılmış aynaya baktım. Parmağımı aynanın üstünde uyuşukça gezdirirken yazdığım şey şuydu: "Ben sadece seni sevdim Jean G. Şu anda ölüyor olsam da, seni seviyorum,
öldüğümde de seveceğim. -D.M. " Değerli (!) kanımla bakıştıktan sonra bakışlarımı o küçük ayna parçasına indirdim. Elimi uzattım ve onu sadece baş parmağım ve işaret parmağımla tuttum. Bileğimin ucuna değdiğinde kan yavaş yavaş fışkırmaya başlamıştı. Bunu yapmaya devam etmeli miydim? Kararımı hızlı bir şekilde değiştirmeyi saçma buluyordum ama değiştirmeliydim. O Kevin denen pisliğin inadına yaşamalıydım.

Aynayı yere fırlatırken birinin beni bulması için bağırdım, "Yardım edin," sesimin yetersizliği karşısında bir hiç bulmam sesimi güçlendirdi.

"Yardım edin!" Artık gözlerim kapanmakta direniyordu ve ben de onlara izin verdim. Ayak sesleri duymamla ne kadar rezil görünüyor olduğumu düşünmeden edemedim. Gözlerimi zor da olsa açtım ama kim geldi tanıyamıyordum. Gelen kişi bir kızdı. Sadece bunu biliyordum. Bana bakan endişeli gözlerini fark ettiğimde kendimi tekrar öldürmek istedim ve ayna parçasını elimle aramaya başladım. Gelen kız kestiğim bileğimden sıkı sıkı tutarak beni durdurdu. Buna karşın inlediğimde sessiz bir özür mırıldandı. "Beni sadece zindanlara götür." dedim kupkuru bir sesle. Öksürdüğümde boğazımın kanadığına şahit olmuştum. Kız dediğimi hiçe sayarak ses tonu bile garip gelirken konuştu. "Seni revire götüre..." devam etmedi. Gözü aynaya kaymıştı. Onu hala tanıyamıyor olmama anlam veremedim. Kız aynaya bakarken yavaşça ayağa kalktı. Yazıyı sesli bir şekilde okudu ve bana döndü. "Draco?" dedi sorarcasına.

"Sen kimsin?" dedim.

"B-ben Hermione..." deyince kaskatı kesildim. Oydu. O burada, yanımdaydı.

"Hermione..." diye fısıldadım gücümü sanki Mars'a fırlatmışım gibi. Bulamıyordum aradığım gücü. Ağlamadığımda yaptığım şeyi yaparak hıçkırdım ve

"Keşke beni sevebilseydin..." dedim. Canım acıyordu. Kalbim o az önce kırılan ucuz ayna gibi parçalara bölünmüştü ve bunun tek büyük suçlusu bendim.

PONÇİKLEEERRRRR!!💕 BÖLÜM NASIL OLMUŞ? BİR AN İLHAM GELDİ VE YAZDIM. LÜTFEN DÜŞÜNCELERİNZİ BELİRTİP BÖLÜMÜ OYLAYIN.💕💕 SİZİ ÇOOOKKK AMA ÇOOKKK SEVİYORUM, İYİ Kİ VARSINIZ PONÇİKLER.💕💕

please don't cry [dramione]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin