YENİ BÖLÜM! UMARIM BEĞENİRSİNİZ. FİKİR VE DÜŞÜNCELERİNİZİ YORUMA YAZMAYI UNUTMAYIN PYGMY PUFF'LAR!Draco düşünmekten uyuyamadığı bir sabaha daha merhaba demişti. Artık bıkmıştı yaşadıklarından, sürekli acı çekmesinden. Derken bir baykuşun cama vurduğunu duyan Draco, söylene söylene camın olduğu yere gitti. Mektup annesindendi. Aldı ve okumaya başladı.
Sevgili oğlum,
Bunu nasıl yazacağımı bilmiyorum. Karanlık Lord babana bir görev vermişti ve baban o görevi yapmadı. Daha doğrusu yapamadı. Draco baban hakkında bilmediğin çok şey var. Ondan nefret etme. O büyük tehlike altında. Her an ölebilir. Ya da ölebiliriz. Kendine iyi bak Draco. Noel'de görüşmek üzere.
Cissy.
Acaba görevi neydi, ya da bilmediği şeyler? Kötü biri değil miydi babası sandığının aksine?
FLASHBACK
Lucius Malfoy zor bir görev almıştı. Olabildiğince geciktiriyordu bu görevi. Geciktirdikçe de işkence görüyordu. Yine işkence dolu bir günü atlatmıştı işte. Evin salonuna cisimlendi. Oğlu Draco daha 6 yaşındaydı. Lucius'un kim-olduğunu-bilirsin-sen için çalıştığını bırak, öyle biri olduğunu bilmiyordu küçük çocuk. Babasını gördüğü gibi hızla ona doğru koştu ve sarıldı. Sarıldığı anda babası yüksek sesle inlediğinde geri çekildi küçük Malfoy varisi. "Ne oldu baba?" diye sordu biraz endişe, biraz merakla. Babası acısını belli etmemeye çalışarak, "Bir şey yok Draco," dedi "Sen neden hala ayaktasın?" "Seni bekledim baba." Dedi. Sonra babasının kolundaki izleri fark etti. Ve de bir işaret. Kapkara bir kurukafanın üstüne bir yılan dolanmıştı. "Bu ne baba?" dedi heyecanla. Babası işaret ettiği yerde ne olduğunu elbette biliyordu. Yanıyordu zaten. Nasıl bilmezdi? Ama yine de baktı oraya. "Kolun neden morardı baba?" 'Ah, dedi Lucius içinden, 6 yaşında olabilirsin ama bu kadar soru fazla!' "Cissy!" diye bağırdı her zamanki sakin ses tonuyla. Narcissa koşar adım geldi. "Efendim hayatım?" Dedi Draco'nun yanındaki boş yere geçerken. "Draco'yu odasına götür. Uyusun artık. Geç oldu." "Peki Lucius." Dedi "Gel Draco." Ama anne," "Draco, hadi, " Dedi "İtiraz istemem." Sonra küçük çocuk onaylar bir şekilde başını salladı ve odasına çıktılar.
FLASHBACK SONU euheue
Aklına gelen bu anı içini ürpertti genç Malfoy'un. O zaman haberi yoktu hiçbir şeyden. Anlamamıştı birinin ona zarar verme ihtimalini. Babası zamanında neden karıştı acaba Ölüm Yiyenlik işine? Belki zorla karışmıştır diye düşünmeden edemedi. Sonra ortak salonda bu kadar oturmanın yeteceğini düşündü ve yatakhaneye yöneldi.
Hermione ise hala geceyi düşünüyordu. Malfoy neden revire gelmişti. Ona sormalıydı yoksa bu saçma düşünceden kurtulamayacaktı; Malfoy'un onu görmeye geldiği. Onu tanımasa mantıklı gelirdi. Ama aklından çıkmıyordu bu ihtimal.
Hermione artık iyileşmişti. Madam Pomfrey ona son iksirlerini verince kahvaltıya yetişebilecekti. 2 aydır ders çalışmamıştı ve bu onu çılgına döndürüyordu. Ona bunu yapan kişiye dair hatırladığı tek şey ise Slytherin cüppesiydi. Gerisi, Pansy Parkinson'ı hatırlıyordu, hayal meyal. Ona yardım çağıracağını söylüyordu. Tanrı aşkına, neler oluyordu! Önce Parkinson sonra Malfoy. Şöyle bir silkelendi. Düşünceleri kafasından atmak için. Ama pek işe yaramadı elbette. Sadece karşısında sallanan bir eli ve "Bayan Granger!" sesini duydu. Sonra toparlandı. "Bir şey mi diyordunuz?" dedi Madam Pomfrey idi bu. "Evet Bayan Granger. Son iksirinizi içmeniz gerek. İyisiniz değil mi?" "Evet. Sadece düşünüyordum." "Peki." Dedi ve elindeki iksiri eline tutuşturdu. "Bunu için. Kalan küçük ağrılarınızı geçirecektir." "Sağ olun." Dedi Hermione ve gülümsedi. Ve iksiri kafasına dikti. Çok ekşiydi. Bu yüzden yüzünü buruşturdu. Sonra Pomfrey'e kafasıyla selam verip oradan çıktı.
Kahvaltıya koşar adımlarla yetişti ve her zamanki yerine, Ginny'nin yanına oturdu. Onu gören Gryffindor'lular, alkış ve ıslıklar eşliğinde ona hoş geldin dediler. Geldiği andan beri üstünde olan iki çift göz hissetti. Çok göz vardı üstünde evet ama bunlar farklıydı. Kafasını Slytherin masasına çevirdiğinde Malfoy ve Parkinson'ın ona gözlerini dikmiş konuşmakta olduğunu gördü. Kaşlarını çattığında gözlerini kaçırdılar. Çatık kaşlarını bu sefer merakla havaya kaldırdı. Sonra da omuz silkip yemeğine döndü. 2 aydır yemek yemiyordu sonuçta. Özlemişti haliyle. Yemeği bittiğinde diğerlerine söyleyip dışarı çıktı. Ve yine Karagöl'ün kenarına gitti. Bir süre yalnız başına oturdu. Tam kalkacaktı ki, biri geldi ve "Oturabilir miyim?" diye sordu nazikçe. Hermione kim olduğuna bakmadan kafasını salladı. Ses tonundan tanımıştı. Sakin ama kalın ses tonuyla herkes tanıyabilirdi onu. Draco Malfoy'du yanına gelen. Yine o geceki gibi. Yanına oturmuştu.
"Selam." Dedi genç adam. "Selam." Diye tekrarladı genç kız. "Yine iddiaysa, ben gidiyorum." Dedi ve gitmeye yeltendi Hermione. Ama kolundan tuttu onu Draco. "Hayır. İddia falan yok. Hiç olmadı." Ne?" "Daha önce iddia falan yoktu. Dediklerim doğruydu." "Nasıl inanmamı bekliyorsun Malfoy?" "İnanmazsan, anlarım." Dediğinde olduğu yerde rahatsızca kıpırdandı kız. Sessizlik oldu bir süre. Sonra ona bir soru soracağını hatırladı Hermione. "Malfoy?" "Hm?" "Geçen gece- neden revire geldin?" Draco bunu beklemiyordu. En azından şu an. "Ş-şey," dedi "Pans'i ortalıkta bulamamıştım- onu arıyordum." Dedi. İnandırıcı bir yalandı. Hermione anladım der gibi kafasını salladı. "Yanındaki sevgilin miydi?- Yani beni ilgilendirmez ama, merak ettim sadece." "Hayır! O benim yakın bir arkadaşım. O da muggle doğumlu. Muggle dünyasında komşuyuz. Küçüklüğümden beri tanırım. Kardeşim gibidir." "Anladım." "Peki siz," dedi Hermione. İsteği dışında çıkıyordu kelimeler ağzından. "Parkinson'la sevgili misiniz?" Bu soru Draco'yu ne kadar şaşırtsada o mükemmel oyunculuk yeteneğini kullandı ve "Hayır," dedi Hermione'nin aksine, sakince. "Bende onunla küçüklüğümden beri tanışırım. Benim doğmamış kız kardeşim gibidir." "Anladım." Diye taklit etti Hermione onu. Draco gülümsedi. Hermione de gülümsüyordu. Saatine bakınca gülümsemesi soldu. "Derse geç kaldım! Lanet olsun Malfoy!" Dedi ve koşarak uzaklaştı. Draco arkasından şen bir kahkaha attı.
Bugün daha bir mutluydu iki gençte. Birbirlerine daha bir ısınmışlardı. Hoş, Draco zaten Hermione için yanıyordu. Daha ne kadar ısınabilirdi? Ama Hermione buzlarından birkaç parçayı eritmişti. Kim bilir, belki sevgili olmasalar da arkadaş olurlardı?
-Ertesi gün-
Sabah güneşi Hogwarts'ı tüm marifetiyle aydınlatıyordu. Bu saatte uyumayan iki genç vardı; Pansy Parkinson ve Ron Weasley. İkisi de yarın araştırma yapacakları zamanı düşünüyordu. Besbelli, birbirlerinden hoşlanıyorlardı. Ama Ron'un Gryffindor cesareti, Pansy'i görünce sönüyordu. Aslına bakılırsa Pansy de cesur biriydi. Ron'u gördüğünde cesurluk seviyesi sıfıra düşüyordu genç kızın aynı şekilde.
-Kahvaltı-
"Ron!" dedi Hermione sinirle. "Nasıl bu kadar çok yemek yiyebiliyorsun?" "Ne var? Açım." Hermione göz devirdi. Hiç değişmeyecek diye mırıldandı.
"Malfoy!" diye bağırarak Büyük Salon'a girdi Neville. Herkes gözleriyle genci ararken orada olmadığını gördüler. Fısıldaşmalar başlamıştı. "Ne olmuş ona?" dedi Ron alayla. "Astronomi Kulesi'nde! Kendini atacak!" "Ne?!" dedi ve yerinden fırladı genç kız. Ve koşarak Astronomi Kulesi'nin merdivenlerine geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
please don't cry [dramione]
FanficDRAMIONE ARTIK İLGİMİ ÇEKMİYOR, KİTABIN FİNALİ DE YOK ONA GÖRE OKUYUN LÜTFEN SONRA BOŞUNA MI OKUDUM DEMEYİN KİMSEYİ OKUMAYA ZORLAMIYORUM❤️❤️❤️ "Granger ağlama!" dedim onu omuzlarından sarsarak. Benim de içimde bir ağlama isteği oluşuyordu, onun ağla...