23- Emin Miyiz?

1.3K 85 134
                                    




medyadaki edit bana ait nbr


"Bugün doğan güneş, bizim olsun, Lucius," dedi sarı saçları bahsettiği ışık kaynağı etkisiyle olduğundan daha da parlak duran kadın. "Her şeyi daha da kolaylaştırsın," diye de devam ettirdi sözlerini. Yutkundu Lucius. Buz gözlerini tek gerçek aşkı, hayatının ortağının gözlerine çevirdi.


"Nasıl yapacağız, Cissy?" diye sordu, tedirgindi. Elleri titriyordu, dudakları kemirilmekten delik deşik olmuştu. "Draco'yu koruyamadan gitmek istemiyorum," Narcissa gülümsedi. Avcunun içini yanağına yerleştirdi eşinin. Sevgisini ona hissettirmeliydi, kaygılarını yok etmeliydi. Dudaklarını, dudaklarına, alnını alnına bastırdı. Gün ışığının aydınlattığı porselen tenleri, son günleriymişçesine birbirlerine çekti onları.


"Tanrım, lütfen Draco'yu koru. Onu mutlu et. Sikeyim, çok kötü hissediyorum," ağlamaya başladı adam.


"Şş, bebeğim. Ağlanacak bir şey yok. Ona her şeyi anlatacağız bir şekilde, kendi ayaklarının üstünde duracak. O çok güçlü," Narcissa'nın sözleri az da olsa rahatlatmıştı onu. Gülümsedi. Sahteyle gerçek arasıydı bu gülümseme, ne çok ciddi duruyordu, ne de kulaklarına varıyordu dudakları.


"Emin miyiz?" diye sordu bu sefer. Emin olmadığını söylemesini umuyor gibiydi. Başını salladı kadın, iki dakika önceki haline nazaran, daha korkar bir halde.


El ele tutuştular. Narcissa'nın küçük eli, Lucius'un elinin içinde kaybolurken, bulundukları uçurumun derinliklerinde de bedenleri kaybolmuştu.


O kısa süreli konuşmanın ardından etraf onlar alçaldıkça sessizleşen viyolalarla yankılandı. Aşkları da onlar gibi korkaktı; zor hayat yerine, kolay ölüm seçtirmişti her ikisine de. Geriye kalansa, uçurumun dibinde ölümün esir aldığı el ele iki aşıktı.


-ertesi gün, hogwarts, gryffindor kızlar yatakhanesi-

Hermione uyandığı gibi gözlerini kırpıştırarak kalktı yatağından, gözleri kan çanağı gibiydi. Tüm gece düşünmüştü, biraz da ağlamış olabilirdi. Onsuzluk ve onun artık kendisini sevmiyor olma ihtimali kızı deli ediyordu. Kendisine aşık edip gidecek değildi herhalde!

Yatakhanede biraz oyalanıp, Salon'a gitmeye karar verdi. Bakalım Draco bugün nasıl davranacaktı. 'Biraz daha o soğuk tavrı takınırsa, ben onunla konuşacağım!' diye düşündü ve hırsla oturduğu yerden kalktı.

Koridorlarda yürürken, onu görmek ve onunla yalnız bir şekilde rahat rahat konuşmak istiyordu. Bunu umuyordu.

Ama tabii ki öyle olmadı. Draco'yla ancak Salon'da karşılaşabilmişti. Draco, elini yanağına yaslamış, kızarık gözleriyle yemeğini izliyordu. Her an ağlayacakmış gibi bir hali vardı. Hermione, korktu. Fazlasıyla korktu.

Yemek için oturdu, oturdu oturmasına ama içi elvermiyordu bir türlü. O orada üzgün bir şekilde otururken, kendisi burada dostlarıyla eğlenemezdi.

Masadan sakince kalktı. Herkes gereksiz bir şekilde gözlerini ona çevirmişti.

"Ne bakıyorsunuz? Sırtımda bir garkenez falan mı duruyor?" diye bağırdı masaya doğru. Bakanlar da bu söz karşısında küçük bir kahkahayla bakışlarını ondan ayırdılar.

Hermione sonunda oraya gidebilecek fırsatı bulduğunda, adımlarını Draco'nun olduğu yere doğru yönlendirdi. Ne hızlı gidiyordu, ne de yavaş. Bıkkındı.

Draco'nun kendisine dönen bakışlarıyla karşılaştı. Çocuk tam karşısında yanında kalan biriciğini görünce, gözleri daha da doldu. Gözyaşları akmak istiyordu o güzel gözlerinden. Bir amaçları olsun istiyorlardı. Ağlarken görünmek istemedi genç adam, hızla masasından kalkıp, dışarı çıkmaya yeltendi.

Genç kız kaşlarını çatarak kolundan tutup onu kendine çevirdi.

"Neler oluyor, Draco? Sorun ne?" diye seslice konuştu; bu, sırtında bir garkenez olmasından daha garip bir şeydi.

"Ne yaptım sana? Dün her şeyinmişim gibi davranıyorsun, şimdiyse davranışlarına bir bak!" sinirindeydi hepsi. Ona kötü davranmamalıydı ama çok fazla sinirlenmişti.

"Hem niye ağlıyorsun sen?" diye sorarken, daha sakindi sesi, yumuşamıştı. Çocuk, ona hiçbir cevap vermeden, Salon'dan çıkmayı teklif etti. Hermione başını sallayıp, elini onun eline indirerek, dışarı çıkmasına izin verdiğini iki farklı şekilde belli etti.

Hogwarts'ın rengarenk çiçeklerle, uçuşan kuşlarla ve daha nice güzelliğiyle dolu bahçesine çıktıklarında, Draco artık gözyaşlarını saklama gereği duymuyordu. Delirecekmiş gibi hissediyordu. Uzun süreden sonra ilk defa ağladığını fark etmişti, gözlerinin bu denli ıslanması onu ne derece rahatlatmıştı, bunu bir o biliyordu.

"Draco," dedi Hermione. Ona yaklaşmaya başladı yavaşça. Tam da yakınına gelmiş elini eline uzatacakken, Draco onu durdurdu.

"Dur, Granger," kendisine soyadıyla seslenmesiyle birlikte, Hermione şaşkın bir şekilde gözlerini kırpıştırdı. Bozulmuştu ama sorun şu an kendisi değil, Draco'ydu. Sevgilisine bir şey olmuştu. Bir şey yakmıştı canını. Genç kız gözlerinin dolmasına engel olmaya çalıştı. Zordu, fazlasıyla zordu. Sorununu bilmemek, buna rağmen yardım etmeye çalışmak, en zoruydu.

"Sorun ne? Ne olursun anlat bana," diye fısıldadı, bu sefer Draco kalkanlarını indirmiş, kendine yaklaşmasına ve elini tutmasına izin vermişti. Boşta kalan elini, gözlerindeki tek tük yaşları silmek için yanaklarına doğru götürdü. Canı çok yanıyordu, her şeyi beklerdi ama bu kadar kalp kırıcı bir şey beklemezdi. Özellikle de annesi ve babasından.

"Annem, babam... Birlikte kıymışlar canlarına. Bana tek bir açıklama dahi yapmadan kendilerini kocaman bir uçurumdan bırakıvermişler!" diye bağırdı oğlan. Deliye dönmüştü, hem sinirli, hem üzgündü. Hermione, duyduğu şeyle elini ağzına kapattı. Verecek tek tepki, söyleyecek tek teselli sözü bulamıyordu. "Hah, benimle iyi geçinecekti babam, mutluydum. Evime döner, sonra da Hermione'yle evlenip hayatımı mutlu mutlu geçirim, diyordum," elini saçlarının arasından geçirip devam etti. "Ama ben o kadar şanslı bir insanım ki, ailemi de koruyamadım, seni de koruyamacağım, kendimden nefret ediyorum!"

Genç kız, söylediklerine dayanamayıp, onu kendine çekti ve sımsıkı sarıldı sevdiğine. Duydukları şok ediciydi ve gerçekten, ne yapacağını bilemiyordu. Onu nasıl sakinleştirir, nasıl eski haline döndürür, hiç bilemiyordu. Şimdiyse geriye kalan tek şey ona sarılıp güzel yalanlar söylemek oluyordu. O da öyle yaptı. Banka oturdular, Draco başını genç kızın dizlerine yerleştirdi ve saçlarıyla oynamasına izin verdi. Bulutları izlerken, gözyaşlarına yansıyan gün ışığı ve buzlarındaki etkisi tapılasıydı.

Aşkları, gerçekti. Bir sahte duygu bile yoktu ikisinin arasında. Nefretleri de gerçekti, sevgileri de. Cinsel istekleri de gerçekti, iğrendikleri yanları varsa onlar da. Zaten her şey gerçeklik üzerine kurulu olmalıydı bu hayatta. Yalan, düzmece olan ne varsa olmamalıydı. Her ikisi de nefret ederdi yapmacıklardan. Belki de bu yüzden aşıklardı. Birbirlerine çok fazla benziyor ve çok iyi anlaşıyorlardı. Nasıl olursa olsun, birbirlerini çok seviyorlardı ve hiçbir şeyin bunun engellemesine izin vermemelilerdi.

"Ağlamayalı çok uzun zaman olmuş," dedi Draco buruk bir gülümsemeyle. Gülümsedi kız ellerini saçlarından çekmeden. Onun hep yanında olup elini tutacaktı. Sarılacak, sevecek, onunla evlenecekti. Çocukları olacak, onlarla birlikte gezecek, eğlenecek, onları büyüteceklerdi. Tam vaktinde, yaşlarında öleceklerdi. İntihar ya da benzeri herhangi bir girişim olmayacaktı. Draco, ailesinin bu yüzden öldüğünü bile bile, gerçekleştiremezdi ki bu gibi bir şeyi. Nasıl yapacak, nasıl bırakacaktı Hermione'sini yalnız?

Elini kaldırıp kızın yanağına koydu. Tenini kutsarcasına bir öpücük bıraktı Hermione eline. Kaşlarını çattı kız. Düşüncelerine kulak verdi. Kısa süre sonra bir şeyden emin olmuştu: Artık arkadaşlarıyla konuşup, sevgilisini kabul ettirme zamanıydı. Çünkü Draco Malfoy'u, geç bulduğu prensini bırakmaya hiç ama hiç niyeti yoktu. Asla ayrılmayacaklarını düşledi gökyüzüne bakarak.

UZUUUN, UPUUZUUUUN BİR ARADAN SONRA YENİ BÖLÜMLE KARŞINIZDAYIM. CİSSY VE LUCİUS'U ÖLDÜRMEK İSTEMEZDİM AMA NE BİLEYİM, İYİ OLDU BENCE.

SİZİ SEVİYORUM. <3

please don't cry [dramione]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin