Medya: Kevin Anderson (Az önceki bölümden sonra Augustus'u oynayan kardeşimizi koymam <3 ben fkjdlksşkfsd:)"Draco, artık kendini hırpalamayı kesip valizlerini hazırlar mısın? Ağlamıyorsun bile! Yakında kendini parçalayacaksın diye korkuyorum." dedi Pansy. Anlattığı şeylerden oldukça endişelendiği ses tonundan belliydi. "Ne yapmalıyım Pansy?" dedi Draco iki elini saçlarının arasından geçirerek. "Bana bir şey söyle. Üzülmemem için sadece tek bir neden söyle. Benden nefret ediyor." dedi titreyen ama güçlü olmaya çalışan bir sesle. "Onu ne kadar sevdiğimi sana daha fazla anlatmak istemiyorum." Pansy bu sözlere karşılık bir şey söyleyecek gibi ağzını açtı fakat vazgeçti.
•-• (çok tatlı değil mi şu şey fksjdlsnsk)
"Harry, Ron! Ginny!" diye seslendi Hermione onu bekleyen arkadaşlarına. Kahkahalarla yanlarına koştu ve üçüne birden sımsıkı sarıldı. "Sizi çok özledim çocuklar!" diye bağırarak Kings Cross İstasyonu'nu resmen inletti. Herkesin bakışları kıza dönerken Hermione "Pardon!" dedi biraz daha sessiz bir şekilde. "Ee, ne bekliyoruz?" dedi Ron. "Hadi geçelim şu lanet duvardan!"
Trene binme vakitleri geldiğinde, ilk binenlerden biri bu dörtlüydü. Kendilerine bir kompartman arayışına girdiklerinde Hermione en sevdikleri kompartımanın boş olduğunu gördü. "İşte burası!"
"Nasıl yani Hermione?" dedi Harry inanamayarak. "Malfoy Muggle Dünyası'na geliyor, seninle karşılaşıyor, sana iyi davranıyor, ve küsüyorsunuz. Ve ayrıca yeni yıla birlikte mi giriyorsunuz?" diye devam etti sesini yükselterek. Ron arkadaşının şaka yaptığını düşünerek umursamadan elindeki Dırdırcı'yı okuyordu. "Evet Harry. Ama artık onunla görüşmeyeceğim. Sadece Noel'e özeldi bu. Noel'in büyüsü işte." diye konuştu Hermione. Harry bozularak önüne döndü. Kötü kalpli safkan Malfoy arkadaşının kafasını karıştıramayacaktı. Buna asla izin vermezdi.
Artık Hogwarts Express'i durmuştu ve Testraller onları bekliyordu. Gerçi çoğu onları göremiyordu, fakat nereye bineceklerini bildikleri için onlara bir sorun yoktu. Birkaç grup Hogwarts'a doğru ağır ağır ilerlerken, Draco ona biraz uzaklıktaki aşık olduğu kızı gözlüyordu. (Kesiyordu odenşeksşqmsla) Yeminini bozmamak adına başka şeylere odaklanmaya karar verdi. Ağlamamalıydı. Ağlarsa kendini affetmezdi. Ağlamayı hak etmiyordu o. Ağlayarak rahatlamayı hak etmiyordu.
"Evimize geri döndük!" dedi Harry heyecanla. Kaç gündür bu okulun hayalini kuran Harry, atmosferini özlediği Büyük Salon'da her zaman oturdukları yere oturdu. Hemen arkasından diğerleri de yanına oturmayı geciktirmedi.
Arkalarındaki masada oturan Draco, kendisinin yanında sadece üzgün olan kızın kahkahalarını görüyordu. Ona vaat edebildiği tek şey üzüntüydü. Onu üzmekte ya da ağlatmakta üstüne yoktu. Bu hep böyleydi. Küçükken de, şimdi de. Derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu. Kafasını elleri arasına aldıktan sonra Dumbledore'un kaşığıyla bardağına vurma sesiyle ellerini yüzünden çekmeden bakışlarını oraya çevirdi.
"Sevgili Hogwarts öğrencileri! Durmstrang Büyücülük Okulu'nda olan sıkıntılardan haberiniz olduğunu düşünüyorum." diye konuştu Dumbledore. Bu sözlerin üzerine Salon'da fısıldaşmalar başlamıştı. Dumbledore'un sesini duyanlar susup onu dinlemeye devam ettiler. "Bu yılın devamında onları okulumuzda ağırlamayı kabul ettik." Bu sefer oğlanlardan bir feryat duyuldu. Kızlar ise birbirlerine kıkırdadılar. "Binalarını kısa bir seçmen şapka töreniyle seçeceğiz.
Ertesi sabah Hogwarts'ta kızlar süslenip püsleniyordu. Durmstrang'tan gelen hiçbir yakışıklı erkeğin onları pasaklı bir halde görmelerini istemezlerdi. Süslenenlerin arasında Ginny de vardı. Hermione hiç karışmamıştı o işlere. Ne yapacaktı ki? Bulgaristan'a mı gidecekti 'müstakbel' sevgilisini görmeye? Hiç sanmıyordu. O derslerine odaklanmayı seçecekti her zaman olduğu gibi. Öyle de yaptı.
•-•
"Hogwarts öğrencileri!" diye her zamanki gibi bir tonlamada konuşan Dumbledore, dikkatleri üstüne çekmeyi başarmıştı. "Bulgar misafirlerimize 'Merhaba!' deyin!"
Büyük Salon'un kapısı adı gibi büyük bir gürültüyle açılırken içeri sert bakışlı, simsiyah cüppeleri olan, oldukça yakışıklı, sayılması zor çok fazla öğrenci girdi. Küçük olanları bile sert görünen bu öğrenciler, öyle emin ve kararlı yürüyordu ki, onlar için süslenen kızlar bile hafif tırsmıştı. En arkadan gelen iki kişiyi elbette tanımıştı hepsi: Igor Karkaroff ve Viktor Krum. Ama yanlarındaki bir diğer oğlanı seçemiyordu hiçbiri. Kimdi o acaba? Herkes biribirine "O da kim?" diye sorarlarken, söz konusu yakışıklı kişi Hermione'nin yanından geçerken durdu ve kıvırcık saçlı kıza döndü "Kevin Anderson." diye fısıldayan oğlan ifadesiz bir şekilde, göğsü dik yürümeye devam etti. Kız onun arkasından bakarken dudağının kenarını kıvırarak gülümsedi.
Saç rengi diğerlerinden farklı olarak açık olan yakışıklı oğlanın sevdiği kıza dönüp bir şeyler söylemesi sinirlendirmişti Draco'yu. Duyduğu şeyler karşısında gülümseyen Hermione'yi görünce daha kötü hissetti. Kız ondan hoşlanmış olabilir miydi? Draco Büyük Salon'u hızla terk etti. Orada daha fazla durması yeminini bozmasına bir yardım olurdu. Ve o bir kere olsun güçlü ve cesur olmak istiyordu. Bir kere de bir Slytherin değil de, Gryffindor gibi davranmak istiyordu. Slytherin olmasından gurur duyuyordu oğlan elbet. Fakat her binanın kötü yönleri vardı. Slytherin'in kötü yanıysa, kendini incitecek bir şey olduğunda en kolay yolları seçmesiydi. Fiziksel olarak güçlü olmayı ruhsal olarak güçlü olmaya tercih ederdi onlar, ya da insanlara hükmetmeyi. O sadece sevdiği kızın onu sevmesini istiyordu. Onun mutlu olmasını düşlüyordu. İkisini birlikte düşünüyordu. Ama hayaldi bunlar. Onun kendisini seveceğini düşünmüş olması bile saçmaydı. Belki de birinci sınıfta bile sevmemişti kız onu. Sadece dalga geçmişti belki de. Öyle olmasını asla istemiyordu. Asla.
Draco Malfoy hala ağlamamasına rağmen, hıçkırıkları boğazında bir trafik oluşturuyordu. Birbirlerini hızlı gitmeleri için uyarıyorlardı adeta. Draco birkaç hıçkırık sonrasında kendini Mızmız Myrtle'ın Tuvaletinde buldu. Üzüldüğünde buraya gelirdi. Bir boka yaramazdı belki ama sadece sessizdi. Sessiz, sakin. Aynanın karşısına geçip hıçkırıklarının vücudunu titretişini izledi. Aksi öyle bir sarsılıyordu ki, "Ağla!" diyordu. "Ağla, dayanamıyorum!" Bu sözlerin aynısını Draco da haykırdı. Tok sesi büyük tuvalette yankılanırken Myrtle'ın bile burada olmadığını fark etti. O yalnızdı. O, hep yalnız olmuştu.
Slytherin zindanlarına giden o ürkütücü yolu izleyen Malfoy, kendini hissiz hissediyordu. Evet aynen öyleydi. Hissiz hissetmek. Bu aslında hislerini en dorukta yaşamaktı. Sadece boş hissediyordun. Ama kalbinin göremediğin bölgelerinde öyle hisler vardı ki, Draco hissetse, hissiz hissetmekten daha kötü hissederdi. (Best cümle elsjpwhaşsjdpj)
•-•
Draco, gece geç saatlerde zindanlara gelmiş ve sarhoş gibi her yeri dağıtmıştı. Evet, o sarhoştu. Belki bir Ateş Viskisi ya da Kaymak Birası içmemişti ama içinde anlamsız bir sarhoşluk vardı. Düşününce bu sarhoşluğun nedenini, bulmak pek zor olmuyordu aslında. O fena aşık olmuştu. Hem de en olmadık kişiye: Düşman, bulanık, Potter'ın dostu, güzel, tavşan dişli, Hermione Granger'a. Kalbini kontrol edebilse en basitinden bir safkana aşık olmayı seçerdi. Ama onun yine seçim şansı yoktu, olmayacaktı.
Dünyanın her bir köşesinde aşkından bileklerini kesen, kendini mahveden, hayatını değiştiren, bozan insanlar varken, Draco yaşamayı seçmişti. O, yaşarken ölmeyi seçmişti. O, sarhoş olmayı seçmişti.
MERABAAAĞĞĞ DÖANDLALSJAŞNSPA YENİ BÖLÜMDE AKIYORUZ GENÇLER. YENİ BİR KARAKTER VAR ARTIK HİKAYEMİZDE MİLLET. HAYIRLI OLSUN. DKMEDKAJDKAKAK
AYYY NE SAÇMALADIM BEN ÖYLE! HER NEYSE, SİZİ SEVİYORUM PONÇİKLERİM. FİKİRLERİNİZİ TAM DA BURAYA YAZABİLİRSİNİZ. OYLARSANIZ DA MUTLU OLURUM HANİ. EUHEUEYEUE. 💕💕💕💕💕💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
please don't cry [dramione]
FanficDRAMIONE ARTIK İLGİMİ ÇEKMİYOR, KİTABIN FİNALİ DE YOK ONA GÖRE OKUYUN LÜTFEN SONRA BOŞUNA MI OKUDUM DEMEYİN KİMSEYİ OKUMAYA ZORLAMIYORUM❤️❤️❤️ "Granger ağlama!" dedim onu omuzlarından sarsarak. Benim de içimde bir ağlama isteği oluşuyordu, onun ağla...