Rüzgarın sıcak uğultusu kulaklarımı okşarken bakışlarım; avını bulmuş bir vaşak misali keskindi. Güneş tepeden enseme vururken zeminle buluşan gölgem ise benden bir hareket bekler gibi sessizdi. Gölgeme karışan bir gölge daha vardı, ne yapacağımdan habersiz. Üzerime sigara dumanı gibi sinen bu intikam alevi tüm vücudumu sarmış, zihnimi ele geçirmişti.
Ve o an, göz göze geldik.
Geçmişim bir avukatın dosyaları gibi içinde acı dolu hikayelerle önüme yığıldı.
Bir acı vardı ya ruhumda. Beslendikçe büyüyen, büyüdükçe zehir gibi yayılan... Ve o acı, hücrelerimde dahi üstünlüğünü gösteriyordu. Acı, insanlar gibi acımasızdı. Acı, kahroluşdu. Acı yıkımın krallığıydı. Acı, hayat hikâyesiydi. Acı, duyguların hazinesiydi. İnsanın hissettiği acının çeşitleri vardı. En kötüsü de, bir anda tohum gibi düştüğü o ilk andı.
Ben zorluk nedir bilmeden büyüyen bir çocuktum. Hayatın tozpembe bulutlarında yaşamıştım ta ki, bundan şimdi ki zaman göre tam beş sene önceye kadar. Bir anda görmüştüm hayatın gerçek yüzünü. Bir anda tatmıştım yere düşüşü. Aniden yaşadığım tüm bunlara rağmen zamanda ayağa kalkmayı başarmıştım. Şimdi ise ayaktaydım ve beni yere iten kişiyi itecektim uçurumdan.
Acımadan.
Tıpkı onunda bize acımadığı gibi.
Tolga'nın gözleri kısılırken dikkatle yüzümü incelediğinde oturduğu yerde dikleşti. Bunu fark eden Eftal, kulağıma eğildi. "Kim bu? Neler oluyor Lina? Saçma sapan şeyler düşünüyorsan gidiyoruz." diyerek kolumu tuttu ama ben ne onu duyuyordum ne mantığımı.
Endişelenen Tolga'nın ifadesinin hemen sonrasında kafede büyük bir kırılma sesi yankılandı. Hemen sonra algıma ilişen kan kokusu... Kaşlarım çatılırken eline baktım. Elinde sıktığı bardağın parçaları batmıştı tenine. Teninden süzülen kan damlalarını takip ettim ruhsuzca. Kokusu yoğunlaştıkça algılama yetim köreliyordu.
Evet, kana susuyordum ve henüz bu konuda kendime hâkim olmak için çok yeniydim. Bunun için Arda'nın bana yardımcı olacağını umuyordum.
Kafede çalışanlar koşturarak Tolga'nın yanına gittiler. Ona yara bandı, peçete verdikten sonra masayı temizlediler. Tolga'nın bakışları ise hala gözlerimdeydi. Harekete geçmem gerektiğinin farkına vararak ona doğru bir adım atamdan kolumda ki el engel oldu. "Aklından neler geçiyor?" diye mırıldanan sert sese döndüm.
Kehribarların odağı bendim. İçerisinde bir koru alevlendiren bu davranışım, bakışlarında lava dönüşmüştü ve bu beni ürkütüyordu. Ne olduğum ondan en başından beri çekindiğim gerçeğini hiçbir zaman değiştirmedi. Değiştiremeyecekti de. Onda farklı bir etki vardı her zaman. Çevresine yaydığı, 'ben' algısı bile ister istemez insanı bilinmezlerin kuyusuna itiyordu.
Her zaman bilinmezliklerden korkmuştum ve bir şeyin var olduğunu ama ne olduğunu bilmemek daima tüylerimi ürpertirdi. Bu tıpkı uzayı bilip onun eşsiz karanlığında boşluğa düşmekten korkmak gibi. Evet, uzayın karanlığından korkuyordum belki ama düşersem galaksiyi keşfedebilirdim. Hep umutsuz vaka olmamın yanında bir yanım sanırım dolu tarafından bakmaya niyetliydi.
"Eve git ve kimseye bir şey deme. Geleceğim ben." diyerek kolumu çektim elinden.
"Biliyordum bir şeylerin peşinde olduğunu!" dedi gözlerine duvar gibi örülen ifadesizlikle.
"Git."
"Hayır, beraber gidiyoruz."
"Eğer bana engel olursan iyi şeyler olmayacak." dediğim gibi onu orada bırakarak Tolga'ya yaklaştım. Anında masadan kalktığında arkadaşları ona garipseyerek baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENDEN ÖTESİ | m i m o z a
Fantasy"YENİ SESLER Kategorisi - The Wattys 2016 Ödülü Sahibi" - Belirlenen bir sınır. Kuralı olmayan oyun. Dehşet verici gerçek. Yıpranan hayatlar, ölümle her an burun buruna. Lina'ya sosyal ağ üzerinden beklemediği bir mesaj gelir. Mesajda gördüğü link...