'Hadi uykucu uyanma zamanın geldi.'
Leylayı kaldırmayı hep çok seviyordum çünkü uyurken tombul yanaklarıyla çok tatlı oluyordu. Beklediğimiz an gelse de bunu onun bilmesine gerek yoktu. Beni kötü hatırlamasına gerek yoktu.
'Birazcık daha Anne. Lütfeeeen.'
'Bugün yeryüzü aydınlanacak bir daha düşün istersen. Yoksa gün doğuşunu kaçırmak mı istiyorsun?'
Bunu duyunca hemen kalktı yataktan. E iş eğlenceye gelince durum farklı tabi. Ona hazırladığım omletin yanında bu güne özel bir de ahududu ve çilek topladım ve ona bir bardak meyve suyu hazırladım. Bugünü son olarak değerlenmiyordum. Olması gereken olacaktı.
Her şeyden habersiz ne kadar saftı benim güzel kızım. Uzun saçlarını okşadım ve ayağa kalkıp son bir kere barınağa baktım. Ne kadar büyük bir yerdi burası. Yeşil ve kahverenginin eşsiz uyumu. Doğallığı hoşuma gidiyordu belki de. Leyla kahvaltısını bitirdi, hazırlandık ve gün doğuşunu izlemek için yaşlı ağaçların tepesindeki düzlüğe doğru yola koyulduk.
Onu her zamanki gibi bisikletine bindirdim ve ben de koşarak ona eşlik ettim. Artık gerçekten güzel bisiklet kullanıyordu. Onun yanındayken hiç yalnız hissetmedim. Eğer o olmasaydı sanırım burada daha fazla dayanamazdım. Bu olumsuz düşünceyi kafamdan attım ve keyifli bir şekilde yolumuza devam ettik.
-
İnandırmış olmalıydım. Tepeye çıkıp güneşin doğuşunu izleyeceğimizi sanıyordu. Annesi ile geçireceği son gün olduğunu bilmemesi ve gayet normal davranması beni sarstı açıkçası. Gözlerim doldu ama belli de etmedim. Ona durmasını söyledim ve mavi desenli çantamın içinden iki şişe su çıkarttım. Kana kana içtik. Daha iyi hissediyordum. Ta ki çatırtıları duyana kadar.
Zaman gelmiş olmalıydı. Leyla'nın kulağına eğildim.
'Şu çatırtıları duyuyor musun? Güzel. Gökyüzüne bakmanı istiyorum. Neden hava morumsu Leyla? Riske girmek istemiyorum. Barınağa dönmemiz gerekiyor.'
'Anne am-..'
'Hadi sana öğrettiğim gibi hızlıca barınağa git. Hadi. Arkandan geliyor olacağım.'
Gerçekten çok üzülmüştü ama bunu yapmak zorundaydım.
Veda bile edemeden onu son görüşümün bisikletle kaçışı olduğunu bilmek.
Üzüyordu.
Tepeye doğru koşmaya başladım. Beklediğim gibi çatırtılar arttı ve güneş morumsu doğuyordu. Etrafta mor sis bulut gibi değil de mor sis tozları gibilerdi. Oldukça hoş göründüklerini de eklemeliyim. Tekrardan yola odaklanarak tepeye ulaştım. Çatırtılar çok artmıştı ve sonunda durdu. Gökyüzü mosmordu belki ama yukarısı mor tozlar yüzünden gözükmüyordu. Bulutlar orada mıydı? İşte oluyordu. Korku. Korkuyu hissediyordum. Birkaç çocuk bulut haline girerek geliyordu. İçlerinde Leyla da mı vardı? Hayır hayır o olmaz. O olmaz. Diğer çocuklar delirirken Leyla onları izliyordu. Sonra annesine baktı ve,
'Bunu bana neden yaptın?' dedi.
Acıyı hissettim. Bu korku için yapılmıştı ve hiç bu kadar çok korktuğumu da hissetmemiştim. Sonra Leyla'da çocuklara yanaştı ve o da delirmeye başladı. Saçını başını yoluyordu ve annesi çaresizce bu anı izliyordu. Yavaşça ortadan kayboldular ve mor bir ışık bana doğru yaklaştı. Hikayem sona eriyordu. Aramızda yaklaşık bir metre vardı. Tepeden son bir kere manzaraya baktım ve gözlerimi kapatıp başımı öne eğdim. Işığın içimden geçişini hisseder gibi oldum. Yere yığıldım. Artık ölü olmalıydım. Planlanan şey olmuştu işte. Oyunu kazanmak için birkaç piyon feda etmek zorundasın. Önemli olan oyunu kazanmaksa ne pahasına olursa olsun kazanmak zorundasın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Barış
Ciencia FicciónKim olduğunu dahi bilmiyorsun. Neden yaşadığını, neden nefes aldığını, neden konuştuğunu bilmiyorsun. Bilgiye açsın. Bir şeyler öğrenmek, bir şeyler yapmak zorundasın. Dünya hakkında en ufak bir fikrin bile yok. Sessizsin. Sana denilenleri yapmak, k...