XVII

898 21 0
                                    

Bilgisayardan Birmingham'ın merkez bölgesi olan Moseley'i araştırırken bir yandan Ivy'nin hazırladığı tarçınlı ve sütlü kahveden yudum alıyordum. Yolları taşlarla döşenmiş, çiçekli evlerle kaplı, eski görünümlü hastalıklı bir havaya sahip köyün biriydi. Peri masallarının geçtiği tuhaf köyleri andırıyordu. Eğer trenle gidersek beş saatte köye ulaşabilirdik, ki bu en rahat yoldu. Ivy'nin uçaklarla arası pek yoktu ve ona defalarca burada kalabileceğini söylesem de benimle gelmekte ısrar etmişti.

Biletleri şimdiden almaya karar verdim; yarın gişede sıkıntı çekmekle uğraşmak istemiyordum. Bu yüzden kendime ve Ivy'e birer tane gidiş bileti satın aldım ve işlemler tamamlandığında sekmeyi kapattım.

Sütlü kahvemden son bir yudum alarak ayağa kalktığımda Ivy Kahve ile birlikte oda kapısını tıklatarak içeri girdi.

''Kahve'yi ne yapacağız?'' diyerek yüzünü astı.

''Bir günlüğüne evde tek bırakabilirsin, köpekler akıllı hayvanlardır. Mamasını yeterli miktarda doldur yeter,'' dedim omuz silkerek. Kahve'yi çenesinin altından okşayarak bana döndü.

''Pekala, sanırım öyle yapacağım. Ah, bu arada yemeği hazırladım, eğer açsan gelsen iyi edersin,'' diyerek kıkırdadı. ''Çünkü ben deli gibi açım.''

Ona başımı salladım. ''Beş dakikaya aşağıdayım.''

Birkaç gün önce internet üzerinden satın aldığım üç paket kokaini çekmecemden çıkarıp avucumun içine aldım. Bir süre onları izledim. Neden canım istemiyordu? Kaç gündür uyuşturucu kullanmıyordum? Bir hafta mı yoksa iki mi?

Sanki bedenim asıl uyuşturucusunu bulmuş gibiydi ve artık başka bir tanesine ihtiyaç duymuyordu. Onları tuvalete girip acımadan klozetin içine attım ve sifonu çektim. Ivy'nin yanındayken kontrolümü benden alan herhangi bir şeyi kullanmak istemiyordum. Klozetin içinde kanalizasyona doğru ilerleyen üç paket kokain için içimin sızlaması gerekirken onun yerine rahatladığımı hissettim.

Bir süre Ivy'nin her gün yaptığı pansumanlarla iyileşen yumruklarımda kalan küçük izlerde göz gezdirdim. Hemen ardından ince parmaklarımı sıkıntıyla saçlarımın arasından geçirerek yerimden kalktım. Çantamın içini açarak silahımı son kez kontrol ettim ve yazıcıdan çıkardığım köy haritasını da içine sıkıştırarak fermuarını kapattım.

Odadan ayrıldığımda aşağıdan tatlı bir hindi kokusu geliyordu. Ivy güzel bir şeyler pişirmiş gibiydi ve bu hafifçe sırıtmama neden olmuştu. Kıvrılan dudağımın kenarındaki metal halkayı dişimin arasına alarak başımı hafifçe iki yana salladım. Merdivenlerden inmeye başladığım sırada beklenmedik bir şekilde ev kapısı çalmaya başladı.

Ivy hızlı adımlarla kapıya koştu. Sadece birkaç saniye geçmişti ki gözleri irileşmiş bir biçimde geri koşturarak tekrar salona giriş yaptı. Kaşlarımı çattım. ''Neler oluyor?'' Merdivenleri inerek girişe doğru ardından ilerledim.

''Annem!'' dedi nefes nefese, bir yandan bana ait olan ayakkabıları dolaba kaldırıyordu. ''Annem gelmiş, kapıda bekliyor ve seni görürse kafayı yer. Bir erkekle aynı evde kaldığımı öğrenirse de iyice delirir. Ah, siktir!'' diye inledi sessizce, ağzından ilk defa argo kelime duyduğum için şaşırmadan edemedim. ''Yukarı çık, Albert. Eğer çıkmazsan bir anne katliamı yaşayabilirim,'' dedi yalvarırcasına.

Ona başımı belli belirsiz salladım. ''Tamam, sakin ol, Ivy. Ben yukarıdayım. Çok uzun sürmesin,'' diyerek çıktığım adımları geri tırmanmaya başladım. İşte bu planlarımda yoktu. Annesi ne diye buraya gelmişti, tanrı aşkına?

Göz devirerek kata adım attım ve korkuluktan aşağıya bakınmaya başladım. Bir süre sonra kapı açılıp kapandı ve bir kadın sesi ortamın sessizliğini yok etti. ''Ivy Bonnett!'' dedi, sesi özlemin aksine öfkeyle doluydu. ''Kaç dakikadır kapıda beklediğimi bilemezsin,'' diye sitem etti. Dediğim gibi, Ivy sayesinde temelim olan Fransızcayı biraz daha iyi anlamaya başlamıştım artık.

''Üzgünüm anne, saçımı kurutuyordum,'' dedi Ivy endişeli bir sesle. ''Duymamışım.''

''Pekala, öyle olsun. Beni içeri almayacak mısın?''

Bu kadından şimdiden hoşlanmamıştım. Sinir bozucuydu ve nedensizce sevimsiz gelmişti. Ivy'le birlikte salona girdiklerinde hafifçe yana kayarak bedenimin bir kısmını duvarın ardına sakladım. Kendimi saklambaç oynayan beş yaşındaki bir afacan gibi hissediyordum. ''Aramalarıma yanıt vermedin,'' diye şikayet etmeye devam etti kadın sesi.

''Üzgünüm anne,'' diye yineledi Ivy. ''Şu sıralar biraz meşgulüm. Ofiste halletmem gereken doluca iş var. ''

Yoktu. Ivy benim yüzümden işe bile gitmiyordu. İğrenç herifin tekiydim.

''Pekala, aslında buraya gelme sebebim biraz farklı,'' diyerek konuyu değiştirdi annesi. ''Bay ve Bayan Cíon'u biliyorsun; Mirabelle'in ailesi. Bir aydır kızlarını arıyorlar. Kasabanın her tarafında haber yazıları dolaşıyor ve henüz hiçbir ize rastlanmadı. Onunla en son ne zaman görüştün?''

Ivy bir süre cevap vermedi. ''Bilmiyorum,'' diye konuştu sonunda. ''Hatırlamıyorum, sanırım birkaç ay önce. Birlikte kahve içmeye gitmiştik. Bana da bir süredir cevap vermiyordu.'' Yine yalan söylemişti. Tanrım, benim gibi rezil bir adam için yalan söylüyordu.

''Polis her yerde onu arıyor. Ülke içinde aranan seri katilin haberini görmüş olmalısın. Kızın başına kötü bir şey gelmiş olmasından korkuyoruz. Eğer bir haber alırsan mutlaka bize de bildir, Ivy,'' dedi uyarıcı bir sesle.

''Tamam, merak etme,'' diyerek mırıldandı Ivy. ''Bir şeyler içmek ister misin?''

''Hayır hayır. Toplantıya geciktim. Bir uğrayayım demiştim sadece,'' dedi kadın sesi, hemen sonra topuklu ayakkabıların çıkardığı tok ses buraya doğru yaklaşmaya başladı. Duvarın ardına tamamen geçerek tüm bedenimi sakladım.

''Yukarıda biri mi var?''

''Hayır, muhtemelen Kahve'dir,'' dedi Ivy rahat bir tavırla. Yalan söyleme becerileri gelişmeye başlamıştı en azından.

Topuklu ayakkabı sesleri girişe doğru ilerlemeye başladı. ''Aramalarıma yanıt ver, seni merak ediyorum,'' dedi annesi biraz da olsa sevimli bir ses tonuyla.

''Tamam anne, söz veriyorum,'' birkaç öpücük sesinin ardından ekledi. ''Görüşmek üzere.''

''Görüşürüz, hayatım.''

Kapının kapanma sesini işitir işitmez rahat bir nefes verdim. Yüce İsa, bir an için asla gitmeyecek sanmıştım. Merdivenlerden inerek Ivy'e yetiştim. ''Bilet işini hallettim. Yarın gidiyoruz. Kaybedecek zamanım yok; eğer Mirabelle'in cesedini bulurlarsa -ki tanrı şahidim olsun ki hangi cehenneme bıraktığımı hatırlamıyorum- tüm plan çöpe gider. Son kez soruyorum, Ivy. Benimle gelmek istediğine emin misin?''

Cevabı duymak istercesine yüzüne doğru eğildim. Bakışları bir an için dudağımdaki minik halkada gezindi, hemen sonra yeşil gözlerime odaklandı. ''Eminim, Albert.'' Yüzüme istemsizce bir gülümseme yayıldı ve onu kendime çekerek dudaklarına yönelmeme neden oldu. Dudakları, dudaklarımın üzerinde dans etmeye başladığında onu girişteki dolaba doğru ittirdim ve dolapla bedenim arasına sıkıştırdım. Dudaklarım dudaklarını emmeye devam ederken yavaşça geri çekildi ve boynuma bir öpücük bıraktı, hemen sonra biraz üstüne ve kulağımın arkasına. Beni gıdıklayan dudakları hafifçe kıkırdamama neden oldu. Yüzünde oluşan tatlı gülümsemeyle parmak ucunda uzanarak kulağıma yavaşça fısıldadı ve duyduğum cümle bana çok uzak kaldığım bir duyguyu hatırlattı.

''Göremiyorsun, değil mi? Belki çok aptalca gelecek. Delice, komik ve yanlış da olabilir ama sana değer veriyorum, Albert,'' bir süre duraksadı ve ekledi. ''Seni seviyorum lanet herif ve seninle cehenneme bile gelirim.''

🥀Zehirli Sarmaşık ⚥Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin