Çiftlikten ayrıldıktan sonra arabada uzunca bir süre ikimiz de konuşmadık. Onunla iletişim şeklimiz olağan denemeyecek kadar garipti ama bunun daha birbirimizi hiç tanımadığınızdan kaynaklandığının da farkındaydım.
Sessizliğin beni artık boğmaya başladığı bir anda Lucca, " Sor artık!" dedi hışımla. Sesine sabırsızlık ve sinir hakimdi. Ona doğru dönerek,
"Ne?" diye sordum.
Onun yanında ne kadar tetikte olsam da sorusuna hazırlıklı değildim ve işin gerçeği neyi sormamı beklediğini kestiremiyordum. Lucca'nın kaşları bugün defalarca gördüğüm biçimde çatıldı.
"Ona bakış biçimin oldukça yargılayıcıydı. Aramızdakinin ne olduğunu merak etmiyor musun?" diye sordu.
Elsa'dan bahsediyordu şüphesiz. Kendimi, duygularımı bu kadar açık ettiğimin farkında bile değildim ya da sadece o beni açık bir kitap gibi okuyabiliyordu. Bu durumdan hiç hoşlanmıyordum.
"Beni ilgilendirmez." dedim onun sandığı şekilde umursamadığımı göstermek istercesine.
"Yalan söylemeyi hiç beceremiyorsun, Beau. Ben senden hiç bir zaman saklanmayacağım ve sana yalan da söylemeyeceğim. Bunu aklından hiç çıkarma. Aynısı sen de yaparsan iyi edersin," dedi sakince. Bana şimdiye dek yalan söylediğini düşünmüyordum, lafını hiç esirgemiyordu zaten ama hepi topu ne kadar süre vakit geçirmiştik ki birlikte. En azından bundan sonraki dönemlerde bana yalan söylemeyecek olması iyiydi.
Gerçekler yalanlara göre daha çok acıtırdı ama en azından sadece beni güvende kılarlardı. Süslü hayaller dünyasında yaşamayı hiç istemiyordum.
"Sen sormayacaksın. Öyleyse merakını ben gidereyim. Onunla geçmişte takıldık." diye gerçeği açıkça söyleyiverdi. Bunu söyleyiş biçiminden Elsa'nın onun için herhangi birinden farklı olmadığı anlaşılıyordu.
"Takılmak senin için çok masum bir kelime seçimi sanki. Yine de beni ilgilendirmiyor, daha önce de söyledim," dedim. Onu umursadığımı, onunla ilgili en ufak iyi bir his beslediğimi bilmesini istemiyordum.
"Becerdim, desem daha mı hoşuna gidecekti?," diye sordu bu sefer de sertçe.
"Ahh," diyerek şaşkınca, yüzümü buruşturdum. İkisini çıplak şekilde bir yatağın ortasında düşünmek bile istemediğimi fark ettim. Bunu bu kadar açıkça söylemiş olması takılmak kelimesini ne kadar sevebileceğimi hatırlattı birden bire.
"Kendin istedin, Beau," dedi bana doğru koltukta biraz daha yaklaşarak.
Dosdoğru gözlerine bakıyordum, aynı yavru bir ceylan gibi avını hapseden yırtıcı hayvanıma takılmıştı gözlerim.
"Çok fazla kadınla birlikte oldum; bana sadece istediğimi veren kadınlarla. Ama nişan gecemizden sonra tek bir kadınla bile olmadım, olmam. Senin bana ait olmanı bekleyeceğim, sana söz veriyorum," dedi. Bakışları yavaşça dudaklarıma kayarken, beni öpmek istediğini anlayabiliyordum. Ama onu öpemezdim. Ellerimin titremeye başladığını hissettiğim anda ikisini de kucağımın üstüne koyup, birbirlerine kenetledim ama gözlerimi onun kahverengi gözlerinden çekemiyordum. Kadınların o, bu denli güçlü bir adam olmasaydı bile ona kendilerini kaptıracak kadar yakışıklı olduğu ortadaydı. Siyah bir takım elbise vardı üzerinde, gömleğinin açık düğmelerinden bile yapılı vücuduna dair izler açıkça belli oluyordu. Dağınık, dalgalı hafif uzunluktaki saçları insanın aklını başından her türlü alırdı. Yine de o Lucca Rossino'ydu. En önemli suç örgütlerinden birinin yakında başına geçecek acımasızca insanların hayatına son verebilecek derece duygusuz bir insandı. Ona kapılamazdım. Bunun olmasına asla izin veremezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
L U C C A •Kitap Oldu•
Algemene fictieLUCCA, Parola Yayınları artık raflarda! Lucca ölesiye tutkulu ve bir o kadar da tehlikeli adam... Beau ise suçun ortasına doğmuş, zarif bir kuğu kadar masum kız... Karanlık ve gizemli dünyanın kapıları ilk defa bugün sizin için ardına dek açılıyor...