-1-

57.1K 2.5K 769
                                    

Ben hiç düştüğüm için ağlamadım. Her düştüğümde ayağa kendi ellerimi yere gömerek kalkmam gerektiğini öğrendiğimde henüz 6 yaşındaydım.

Ben hiç dizlerim kanadı diye ağlamadım. Sebebi evde beni görmezden gelen, kan revan içindeki bacaklarıma göz ucuyla bakıp omuz silken bir siluetti yalnızca.

Ben ölümden hiç korkmadım. Biri gözlerim önünde yere serildiğinde, yaşanmamış anılara ağladım ben.

Senden nefret ediyorum, beni hiç sevmediğin, hiç görmediğin için. Ama sana teşekkür ederim, sayende şimdi kimseye muhtaç değilim.

Beyaz kefene sarılı ceset toprağın altına gömülürken çok fazla kişi yoktu cenazede. Herkes dağıldı. Elimi cebime atıp paketi çıkarttım, bir sigara yakıp dudaklarım arasına yerleştirdim. Elim mezar taşındaki siyah harfleri turladı.

Ahmet Başar

Gülümsedim istemsizce. Gözümden aşağı süzülen sıvı donup kalmama neden oldu. Elimi taştan çekip yanağıma sürükledim. Ağlıyordum? Hah!

Burnumu gürültüyle çekip elimdeki dosttan son bir nefes çekip yere attım, ayakkabımın ucuyla ezip yavaşça toprağa serdim bedenimi. Dudaklarıma bir tebessüm otururken gözyaşlarımla suladım toprağı.

Küçükken her korktuğumda bedenimi yollamak istediğim tek yer onun yatağı olurdu. Ama bu baş kabusuma sığınmaktan farksızdı. Hiçbir zaman yanına uzanmadım. Bir ilkti. İlkler bu kadar acıtabilir miydi? Göğsümün sol yanındaki boşluğu dolduran sızıya ne deniyordu?

Acı?

Korku?

Öfke?

Nefret?

Ben bunların hepsini beslemiştim ona karşı 16 yıldır. Şimdi özgürleşmiş olarak ayağa kalkıp dik durma zamanıydı belki. Ama ben hiçbir zaman tutsak da olmamıştım. Ben hep özgürdüm. İstediğim zaman onu bırakıp kendimi sokağa atabilirdim. Peşimden gelip neyin var diyecek bir adam değildi o. Normal bir ailenin bir günlük sohbeti bizim aramızda bir yılda geçmiyordu belki. Yüzüme bakmayan bir adamdı söz konusu. Bazen başımı alıp giderdim o sinirle. Bir hafta sonra döndüğümde koltukta televizyon izlerken uyuyakalmış olurdu. Her yer izmarit, bira şişeleri, avucunda anneme ait bir vesikalık.... Değişen hiçbir şey yok.

Tek bir gün hatırlıyorum o ve bana, bize dair. 12 yaşındaydım. Elime bir kağıt almış, dökmüştüm içimi. Orta yerde bırakıp gitmiştim. Bulmuş, avuçlayıp okumuştu. Ben de saklandığım yerden onu izlemiştim.

Kağıdı aldığı yere geri bırakmış, koltuğa yerleşip bir sigara yakmış, annemin resmini çıkartıp dizlerine koymuştu dikkatle açarak. Bir fotoğrafa verdiği değeri bana veremeyen bir adamdı. O resme zarar vermemek için verdiği çaba kayda değerdi.

Ben de ortaya çıkıp fotoğrafı elinden almış, yere atıp ayağımın ucuyla ezmiş, odadan çıkmıştım. Saatler sonra döndüğümde, aynı oturduğu yerde resmi izliyordu. Gözlerinde yaşlar... Karşısına çöküp özür dilemek, sarılmak istedim o gün. Babama karşı ufak da olsa bir sevgim olduğunu o gün fark etmiştim.

Sonra odama koştum, dağıttım her şeyi her yana. Sonra dedim, olmayacak böyle, yaşayamam. Cama çıktım, hiç düşünmeden aşağı bıraktım kendimi. Ne bekliyordum bilmiyorum. İkinci kattaki evin camından düşmüş, 12 yaşında bir çocuk. Sırtım mosmor olmuştu. Sürüne sürüne, dişlerimi sıkarak, dudaklarımdan tek bir hıçkırık kaçırmadan odama tırmanmış, iki gün yatağımdan çıkmamıştım. Bilmiyordu, bilse de eve doktor çağırır, sonra hiçbir şey olmamış gibi bizi onunla baş başa bırakırdı muhtemelen. Adam yok sayma ustasıydı. Beni annemle birlikte öldürmüştü ben altı yaşındayken.

Özür dilerim baba. Anneme o gün bir araba için tutturup ortalığı dağıttığım, kadını bir araba için dışarı yolladığım için.

Bilirsin, hayal gücüm genişti. Ama ben hiç düşünmedim, İstanbul trafiği insanı bazen beklemekten değil, köprülerden aşağı, denizlere dökerek öldürürdü.

Bu da burada kalsın böyle. Kibrit bitince seri bölümlere başlarım ama ondan önce çok sık bölüm paylaşabileceğimi sanmıyorum.

O zaman... Görüşürüz.

Daddy Issues (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin