Tavanı izlemek hiç bu kadar baskı altında hissettirmemişti.
Babamın gömülmesi üzerinden bir hafta geçmişti. Tam bir hafta.
Aslında her şey hiç olmadığı kadar yolundaydı. Uyandığım zaman yengem kahvaltı hazırlamış oluyordu. İştahsız ve kahvaltıyı sevmeyen bir insan olduğum için çok bir şey yiyemiyordum ama okula rahat bir kafayla(!) gidiyordum. Eve döndüğümde etrafımda koşuşturan, beni aptalca sorularıyla güldüren küçük bir çocukla karşılaşıyordum ve elime kitap okumaktan başka bir uğraş geçmiş oluyordu. Büyüdüğüm eve oranla bu ev benim için aşırı sevgi ve birliktelik kokuyordu. Beni sürekli sevgi yumaklarının ortasına oturtmaya çalışsalar da daha önce hiç arkadaşım olmadığı için aşırı soğuk kalıyordum. Yılmıyorlardı ama beni rahat bırakmaları gerektiği zamanları da iyi biliyorlardı.
Ama sanırım bana rahat batıyordu. Yalnız kalıp yatağıma uzanmak, saatlerce düşünmek istiyordum. Kafamı kurcalayan tek şey babam değildi. Hatta belki babamın ölümü beni gerektiği kadar etkilememişti. Sadece evde dolanan bir ayyaş eksilmişti. Biz hiçbir zaman baba-oğul ilişkisine sahip olamamıştık zaten. Yokluğu benim hayatımda yankı etmiyordu.
Benim kafamı daha çok kurcalayan şey bir haftadır rüyalarıma giren bir adamdı.
Su fobim vardı ve bir haftadır denizde boğulduğumu görüyordum. Denize bakmak benim için sorun değildi ama tenime en ufak bir dalga çarpmasıyla bile içim geçiyordu. Genelde deniz kenarlarına yalnızca izlemek, annem için dua etmek üzere giderdim. Annemin mezarı boştu. Cesedi suya karışalı on yıl olmuştu. Tam bir hafta önce on yıl.
Rüyalarımda suya gömülüyordum ve deli gibi çırpınırken, bir el bileğimi sıkıca kavrayıp beni dışarı çekiyor, her yer beyaza boyanırken bedenimi boşluğa salıyordu. O yalnızca mavi bir gölgeyken ayaklarım bir anda yere basıyordu ve gölge tamamen kayboluyordu. Ben derin bir nefes alıyor, karşımda bir hafta önceki bankı görüyordum. Sonra karanlık tüm bedenimi esir alırken sıçrayarak uyanıyordum.
Tavan bana fısıldıyordu. Bakışlarımı kaçırıp duvara diktiğimde, duvar beni kapıya doğru itekliyordu adeta. Odadaki bütün eşyalar dile geliyor, bedenimi ayağa kalkmaya zorluyordu. Gözlerim saate bakmamak için beynimle polemiğe girerken dişlerimi sıkarak ellerimi yüzüme kapattım. Fısıldadım kendi bilinçaltıma. Yeter.
Oraya gitmeyecektim. Bunu düşünmem bile saçmaydı. Hem gitsem ne olacaktı? O adam yine aynı yerde duruyor olacak mıydı? Hayır.
Hadi diyelim yine aynı yerde dikiliyor. Ne yapacaksın Sarp? Gidip adamı dürtecek, 'seni bir haftadır aklımdan çıkaramıyorum'...
Dilimi ısırdım. Kendi zihnim benimle alay ediyordu. Bu akıldan çıkaramamak değildi. Sadece o adam benim sahip olduğum ilk arkadaştı. Daha önce çok fazla kişiyle iki çift laf etmek zorunda kalmıştım ama zorunluluktu işte. Bu adamın ayağına gitmiştim. Arkadaş değildik aslında ama öyle olmayı umuyordum sanki. Daha önce kimse için arkadaşlık kurma açlığı duymamıştım ama bu adamla iletişim kurmaya itiyordu beni evren sanki.
Garip değil miydi ya? Bir insanla iletişim kurmak, belki ona temas etmek, belki ona karışmak, hatta belki kendimizi ona adamak isteyebiliyorduk ama elimizden gelen tek şey düşünmek oluyordu. İstediğimiz her şeyi elde edebilirken başka bir insanı elde etmek neden böyle zordu? Ben henüz kimseye aşık olmamış, kimseye kendimi adamamış ya da kaptırmamıştım ama okuduğum kitaplarda çok kişiye vuruktum, çok kişiye kırgındım, belki âşıktım.
Gözlerim yanlışlıkla da olsa temas etti saate. Sekiz. Geçen gece dokuzda oradan ayrılmıştım. Yürüsem şimdi, sekiz buçukta orada olurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daddy Issues (Gay)
Teen FictionDÜZENLENDİ! "Cennet... Cennet senin için yeniden can buldu Sarp. Seni gördüğüm gün yıllar sonra kalbim yeniden hızla tekledi. Göksu'dan sonra ilk defa bu kadar hızlı çarptı. Kalbimin cehennemi beynime hücum etti ve kalbim senin için beyaza boyandı."...