Cennet'in kapısına dayanmıştım. Derin bir nefes alıp bahane uydurmayı düşündüm. Şimdi günlerden Çarşamba. Adam diyecek işin ne. Ama resmen kokusuna bağımlıyım, sigaradan çok onu çekmek istiyorum ciğerlerime...
"Girecek misin, bakınacak mısın?" diye seslendi kapıdaki güvenlik görevlisi. Hızla zile bastım. Hırsız muamelesi görmek istemiyordum.
Kameraya baktığının bilincinde,
kızararak beklemeye başladım. Kapı açıldı, yavaşça asansöre adımladım. Kahretsin. Ne diyecektim şimdi?Asansör yukarı ulaştı, inip bakışlarımı kapıya diktiğim an duraksadım. Görüntü yutkunmama sebebiyet verdi. Anlatıyorum...
Gömleğinin üstten en az üç düğmesi açık, kravat aşağıda sallanıyor, tek kolu pervaza yaslanmış, başı yana doğru hafifçe eğik, tek elinde içki bardağı...
"Aa... Şey..."
"Gel." diye mırıldandı ağzını hafifçe yayarak. Bana arkasını dönüp içeri girdi. Neyse, en azından açıklama yapmam gerekmeyecekti.
Peşinden içeri girdim, oturma odasına geçtik. Yerler şişe kaynıyordu. Halıyı köşeye itiştirmişti. Koltuk biraz yamuk duruyordu. Yere oturup sırtını koltuğa yasladı. Ben de yanına oturup dizlerimi kendime çektim. Cennet değil, viski kokuyordu.
"Ne yaptın..." diye mırıldandım. Bu bir soru değildi.
"Al." dedi yarısı dolu bir şişeyi elime uzatırken. Elinden alırken şaşkındım. Bana çakmağı çok gören adama ne olmuştu ya?
Şişeden bir yudum almamla kusacak gibi oldum. Çok ağırdı. Viski daha önce içmiştim ama bu cidden ağırdı. Yüzümü buruşturarak boğazımdan aşağı yolladım. Kahretsin. Yandım!
"Sarhoş musun bari?" diye homurdandım boğuk bir sesle.
"Yok." dese de sesi bile sarhoşluk kokuyordu. "Harikayım ben." Gülümseyerek başını geriye atıp koltuğa yasladı.
"Belli belli." Etrafına bakındı.
"Saat kaç?" Adem elması yukarı aşağı oynarken ben yutkunmakta zorlandım. Dünyanın en rahatlatıcı videosu çekilebilirdi. Ya da beni en çıldırtan.
Telefonuma baktım. "Dokuz." Eliyle alnını ovuşturdu.
"Sarp."
"Hm?"
"Masaj yapar mısın?" Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırırken kalbim tekledi. Temas? Elbette.
"Peki." Bana arkasını dönüp başını bana doğru eğdi. Elimi alnına atıp hafifçe ovmaya başladım. Parmaklarım alnı üzerinde dairesel şekilde dönerken oluşan minik kıvrımlara gömülmek istedim. Gözlerini kapatan adam dünyanın, hayır evrenin en mükemmel manzarasıydı. Dudaklarından kulağıma ulaşan nefes sesleri ise duyduğum en mükemmel ritim olabilirdi. Parmaklarım ucundaki sıcaklık beni -60 derecede dışarıda mayoyla diri tutabilirdi. Ölü bir insanı diriltebilecek kadar güzeldi Demir. Haklıydı. Cennet onun kalbindeydi. Ve ben Cenneti istiyordum.
Birden başı omzuma düştü ve ben o an beyaz ışığı gördüm. Başı omzumdaydı! Ensesi omzuma temas ediyordu ya! Size bunu ben nasıl anlatayım?
"Demir." diye ıkındım yine. (Susun. Fakarım.) Sıçrayarak başını kaldırdı.
"Kusura bakma." diye mırıldanırken başını çekti. Daha bir kendinde görünürken bana döndü, kaşlarını kaldırdı. "Ne arıyorsun burada?" Kıpkırmızı oldum. Kahretsin!
"Ben..."
"Ah, ne önemi var." diye mırıldanırken kollarını geriye çekip gerindi. "Kusura bakma bir an... İçim geçti." Omuz silktim. Önemli değil dedim ama sonra içimden söylediğimi fark ettim. Adam çift kişilikliye dönmüştü bir anda.
"Sen neden bu haldesin?" diye sordum sonunda.
"Canım viski çekti." diye salladı.
"Bayağı çekmiş anlaşılan." dedim şişelere göz dikerek. Güldü, köşedeki sigara paketine uzandı. O sırada benim yanımda duran şişeyi fark etti.
"İçmedin, değil mi? On altısın."
"Sen uzattın." Eliyle alnına hafifçe vurup şişeyi yanımdan alıp uzağımıza itti. "Kahve yapmamı ister misin?"
"İyi olurdu." diye mırıldandı. Ayağa kalkıp mutfağa ilerledim. Cezve nerdeydi ki?
Sendeleyerek mutfağa geldi, omzunu pervaza yaslayıp beni izlemeye başladı. "Cezve?"
"İkinci çekmecede." Çekmeceye uzanıp cezveyi buldum, tezgaha koyup kaplardaki kokusundan tanıdığım kahveyi alıp bolca doldurdum. Ne kadar kahve, o kadar ayık bir Demir diye düşündüm. Aslında kafein iyice rahatsız da edebilirdi, emin değildim. Aman, kitaplardan bildiğim kadarıyla yapıyordum zaten. Şeker de ekleyip dolaptan süt buldum, içine ekleyip ocağa koydum. Sonra malzemeleri geri yerine atıp beni izleyen Demir'e döndüm kalçamı tezgaha yaslayarak. Dudaklarında minik bir tebessüm vardı.
"Neden gülüyorsun?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak. Göğsünde birleştirdiği kollarını düşürürken omuz silkti.
"Canım gülmek istedi belki?" Bana doğru adımlamaya başladı. Onu izlerken gözlerimi sürekli kaçırmak zorunda kalıyordum. İnsanları rahatça izleyen insanları hiç anlamıyordum. Ben özellikle bir insanın gözlerine bakmakta aşırı zorlanırdım. Tam karşımda durdu. Sanki zihnimi okumuş gibi tam gözlerimin içine bakıyordu. Ben de gözlerimi kaçırıp kaçırıp tekrar gözlerine dikiyordum. "Gülemez miyim?"
"Yakışmıyor." diye yalan söyledim. Aslında, gülmek bir insana bu kadar yakışabilirdi. Daha güzel gülen bir insan varsa katil olabilirdi. Düşünsenize, bir gülümsüyor, tüm insanlar ölü.
"Ya?" dedi gülümseyerek.
"Ya." diye karşılık verdim hafifçe sırıtarak. Bana doğru eğilip elini arkama uzattığında neye uğradığımı şaşırdım. Gözleri hâlâ gözlerimi delerken kahvenin altını kapattığını fark ettim.
"Daha diri seviyorum." diye mırıldandı. Sonra Tam arkamdaki üstte kalan rafa uzandı. O sırada burnum göğsünü teğet geçerken kalbine deymenin heyecanıyla midem çalkalandı. Bir kupa alıp kahveyi boşalttı, dudaklarına götürüp bir yudum aldı. Sonra yüzünü buruşturdu. "Ne yaptın sen?" Sırıttım.
"Beni izleyene kadar ne koyduğumu kontrol etseydin."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daddy Issues (Gay)
JugendliteraturDÜZENLENDİ! "Cennet... Cennet senin için yeniden can buldu Sarp. Seni gördüğüm gün yıllar sonra kalbim yeniden hızla tekledi. Göksu'dan sonra ilk defa bu kadar hızlı çarptı. Kalbimin cehennemi beynime hücum etti ve kalbim senin için beyaza boyandı."...