👉
Medya ile okumanız önerilir.
Kalabalık sokaklarda kaplumbağa hızıyla ilerlerken bana çarpıp geçen insanlara dönüp pis bakışlar atacak enerjiyi dahi bulamıyordum kendimde.
Boş bakan gözlerle , iki yavaş adım daha atıyordum ve içime dolan üzüntüyle başbaşa kalıyordum.
Hayatım boyunca bu kadar incinmemiştim , sevdiğim adamı en yakın arkadaşımla el ele görmek beni fazlasıyla incitmişti.
Tüm yaşam enerjim çekilmiş ve oksijensiz bir boşluğa fırlatılmışım gibi hissediyordum.
Daha fazla gözyaşlarımı tutamayacağımı anlayıp yanımdaki parka girdim ve banka oturdum.
Önümden geçen insanlar , gözlerimdeki boş bakışlarla meraklı bakışlarını birleştirdiklerinde , adımlarının hızlanması ve kaçmaları...
Daha fazla dayanamayan gözyaşlarım yanaklarımdaki yerini aldığında aniden elimi yanağıma götürdüm ve sildim.
"Değmez.Ağlama." mırıldandım. Banka bıraktığım çantamı sırtıma takarak tekrar okula ilerledim.
Okul benim için bolca gözyaşı demekti. Yani eskiden. Şu andan itibaren tek bir gözyaşı dökmeye dahi değmeyecekti.
Bir kaç adım sonucunda geldiğimi okula baktım. Burada iki senem kalmıştı , benim için tek teselli buydu.
Adımlarım boş koridorlarda yankılanırken öz güvenle dolmuştum. Sonuçta beni yüzüstü bırakan eski kankam değil miydi ? Bundan sonrası beni ilgilendirmeyeceğine göre istediğini yapabilirdi , bende onu tanımazdım.Öğretmenin bulunduğu sınıfa , tabiri caizse daldığımda öğretmen banaen pis bakışlarını atmıştı. Çok da umursamadan yerime oturdum.
Masamın üzerinde gözlerime parlayan post-it'e baktım.
'Üzüldün mü ?' Sahibi kim olduğu açıkça belli olan sahibine çevirdim bakışlarımı. Choi Kwon...
Eski ilk aşkım.
Post-it'i ona çevirdim ve iki parçaya ayırıp yere attım. Gülümseyen suratımı Kwon'a çevirdim. İçten bir gülüştü. Dalga geçen veya sinir etmek için yapılanlardan değildi.
'Halimden son derece mutluyum.' Gülüşüydü.
Bembeyaz olmuş parmak boğumları gözüme çarptığında pis sırıtışımı bağışladım. Kahverengi saçlarımı omuzlarımdan geriye attım ve başımı tahtaya çevirdim. Sınav haftamız yaklaşıyordu , eksiklerimi kapatmalıydım.
Tahtanın üzerindeki saate gözüm kaydığında okulun bitmesine son 3 dakika kaldığını gördüm.
Sırtımdaki çantamla ayaklarımı yere vurmaya başladım.
Zilin çatlak tınısı kulaklarımı doldurduğunda hemen sıramdan fırladım.
Eteğini tutarak koşmanın ne kadar saçma bir girişim olduğunun farkındaydım -yorucuydu- ama yine de içimde tarifsiz bir neşe vardı ve koşmam için beni zorluyordu.Sitenin kapısına geldiğimde kartımı okutup içeri girdim.
Güvenliğe başımla selam verip evimizin bulunduğu bloğa ilerledim ve içeri girip asansörü çağırdım. Asansörü beklerken yanımda başka siyah eşofman üstlü ve kapüşonunu kapatmış bir çocuk belirmişti.
Siyah kapüşonun altında çıkan yeşil saçlarının ne kadar güzel durduğunu düşündüm.
Yanlış anlaşılmasın diye kafamı tekrar asansöre çevirdim.
Kapı açıldı ve ikimizde içeri girdik. Ben sekizinci kata bastım , o ise on ikinci kata bastı. Asansörün duvarına yaslandım ve katıma gelince indim.
Evime girdim ve mutfağa girdim. "Ben gel-miştim..." annemi mutfakta görememenin verdiği garip hisle hemen telefonumu çıkarıp annemin numarasını tuşladım.
"Anne~Neredesin ?" Soluk çıkan sesime karşılık neşeyle cevap verdi. "On ikinci kata geliyosun , daire 102." İçimi kaplayan öz güven eksikliğiyle baş başa kaldım. Aramanın kapındığını işaret eden sesi duyduğumda umutsuzlukla nefes verdim. Telefonum elimde , çantamı yere atıp asanasöre ilerledim.
Yaklaşık yedi saniyede on ikinci kata geldiğimde derin derin soluklandım. Kapısı açık eve ilerledim. Ayakkabılarımı çıkarıp içeriye girdim. "HyeRim , gelmişsin." Anneme döndüm. "Evet..." dedim ve yanına ilerledim. Kapıdan girince yeşil saçlar gözüme çarptı.
Çok çekici...Açık ten rengi...
Sanırım kafayı sıyırdım. İçime dolan gülme hissini bastırdım.
"Bu benim lise arkadaşım SeoRa. Bu da oğlu Yoongi." Dediğinde SeoRa Ablaya eğilerek selam verdim. Yoongi'ye dönüp çekingence salladığım el karşılığını dahi alamayınca pes ederek elimi indirdim ve anneme döndüm. "Eve gitmek istiyorum~" Eliyle hafiften kafama vurdu. "Delirdin mi ?"
"Bahçeye çıksam ?" Yoongi'ye döndü. "İkiniz çıkarsanız olur." Olur , dedim çünkü o istediğini yapabilirdi , dışarı çıktığımızda birlikte takılmak zorunda değildik.İkimiz aynı asansöre bindik ve aşağı indik. Adımlarım büyük sitenin içinde dolanırken amfi tiyatroya geldim ve büyük basamaklardan birine oturdum. En yukarıdaki basamağa da o oturdu.
Sırtımı arkadaki basamağa yaslayıp ayaklarımı uzattım. Hava hafif kararıyordu ve ben telefonumu çıkrıp yüzümün yarısımın ve gökyüzünün gözüktüğü bir fotoğraf çekip Instagram'a attım.'Günbatımı.'
İki dakika içerisinde gelen yorumlara göz attım. Beğeni sayısı da artmıştı.
'O Suga değil mi ?'
'Okuldan bu yüzden mi gitti ?'
'Tanrım onun Yoongi olduğuna inanamıyorum ?'Ne oldugunu anlamak için tekrar fotoğrafa baktım ve dikkatlice inceledim.
Telefonun ışığı yüzüne vurmuş , yeşil saçları gökyüzüne girmiş , bilerek onu çekmişim gibi gözüken bir adet Yoongi. Ve yine çekici...Kafamı arkama çevirdim ve onun hala telefonla uğraştığını gördüm. Kaşlarının yavaşça çatılıp garip bir hal alması üzerine gönderiyi gördüğünü farkettim ve hemen önüme döndüm.
'Onu tanımıyorum bile... Arkada çıkmış , kusura bakmayın.' Diye yazıp yolladım.
Telefonu cebime attım ve diğer cebimden fıstıklı çikolatamı ağzıma götürdüm.
Eşssiz tat ağzımda turlarken o tadı unutturacak bir ses duydum."Neden fotoğrafında ben varım ?"