"Kural iki, birbirimize küsmemize neden olacak bir olay yaşanırsa, mantıklı bir açıklaması bulunana kadar, küsmek yok!"Dediğini anımsadım. Bu olay bizim küsmemize neden olacak bir olaydı ve gerçekten bir açıklamaya ihtiyacı vardı. Ben bundan mantıklı bir açıklama alamadığım zamanda gerçekten her şey mahvolacaktı.
Bu mesajların hiç birinin gerçek olduğuna inanmak istemiyordum. İnanması da oldukça güçtü ancak, öyle tereddütlere düşebiliyordunuz. Belki de aşk bu yüzden bu kadar zordu. O yüzden insanlar aşk acılarıyla ilgili şiir kitapları yazıyordu demek.
Uyuyan Yoongi'yi uyandırmak istemiyordum. Hem daha yeni yeni toparlamışken kendisini, onu hiç bozmak istemiyordum. Telefon ekranımdaki mesaj girme kısmına tıkladım ve boş baloncuğun içini doldurmaya başladım.
hye : Neredesin ? Yüzyüze konuşalım.
-Şehir merkezindeki büyük parkta buluşalım.
Yoongi'nin başını sarsmadan bacağımdan indirdim. Telefonumu koltuğun ucuna bıraktım. Yastığın üzerine havluyu serdim ve yastığı Yoongi'nin kafasının altına yerleştirdim. Umarım uyandığında burada olmadığım için bana kızmazdı.
Stüdyodan sessizce tüydüm ve yola koyuldum. Buradan şehir merkezine yürüyerek gitmek 15 dakikamı alırdı. Çantamı da stüdyoda bıraktığım için taksiye de binemezdim. O zaman kızı bekletmemek için koşmam daha iyi olurdu.
Kendimi yormamaya çalışarak tüm hızımla koşmaya başladım. Yolu yarıladığımı düşünüyordum. Benim hızımı etkileyen tek şey trafikti. Hem her yerde insanlar vardı, kalabalık caddeleri öylesine dolduruyorlardı ki. Uzaktan öküz gibi koşan birini görünce bir kaçı görgülü davranıp çekiliyordu ancak çoğunluk yine ifadesiz bir şekilde olduğu yerde duruyor, ya telefonuna ya da vitrinlere bakıyordu.
Park görüş alanıma girdiğinde bacaklarım yorgunluktan titremeye başlamış, soluk alışverişim kalbim gibi fazlaca hızlanmıştı. Aldığım nefes vücuduma yetmiyordu, sanki ciğerimin yarısında takılıp kalmıştı.
Banklardan birinden ayağa kalkıp uzun saçlarını omzundan geriye atan kız dikkatimi çekti. Bu kız hastanedeki hemşireydi. Bekliyormuş işte, o kızmış.
Bakışları yorgun beni bulduğunda ağzından ince sesi ile adımı söyledi. Kendimden iğrenmiştim.
"Kim HyeRim-sshi... Hoşgeldiniz, gerçekleri bu kadar çok merak ediyorsunuz demek ki." Pis bir şekilde sırıttığında ağzına yapıştırmayı öyle çok arzulamıştım ki. "Hayır, sadece götünden uydurduklarını duymak için gelmiştim."
Argo konuşmuştum ancak bu onunda, benim de umurumda değildi. Sadece diyeceklerini duymak istiyordum.
"Başla." dedim kabaca. Kendi bedenimi banka attım. O da yanıma oturdu ancak ayaklarının parmak ucuna basıyordu. Ellerini birleştirdi, duruşunu dikleştirdi ve ince sesini bir ton daha inceltti. En ince "si" notası ile konuşuyordu. İğrendiriciydi biliyor musunuz ? Gel de yüzüne tükür yani tam öyle.
"İki sene önce DaeGu'dayken dillere destan..." Saçmalıyor bu.
"...aşırı muhteşem..."
Deli herhalde(?).
"...herkesin hayran olduğu bir ilişkimiz vardı." dedi ve ciddi bakışlarını bana çevirdi. Ben de ciddi bir şey dinler gibi dinliyordum. Bir yandan da uydurma masalın sonunda yapacak kapak arıyordum.
"İlişkimiz sevgi içerisinde devam ederken babası yüzünden Seul'e taşındı. Ben de Seul'e geldim, hastanede stajımı yapmaya başladım. Bir de ne göreyim peki ? Yoongi'm ile aramıza sen girmişsin." Bana döndü ve saçımı parmakları arasına dolayıp asıldı.
Acıdığı için bağırmak istesem de bağırmak yerine sadece dudaklarımı birbirine bastırdım. "O stüdyoda değildi, kafedeydik. Iced Americano içiyorduk hatta. Tabii sen ne bilirsin-"
Saçımdaki elini hızlıca ittirdim ve kendimi kurtardım. Elimle saçıma çeki düzen verdim. Tam konuşacakken her şeyi ağzıma tıktı. "Sevgilimden uzak dur. Seni vururum, anladın mı? Seni vururum!" dediğine karşılık sesli bir kahkaha attım.
"Bir psikologa bir gözükmelisin. Laf olsun diye demiyorum ama sana gerçekten faydası dokunacaktır." Arkamdan gelen ses ile oraya döndüm. Park Jimin? Ne diye gelmişti şimdi ?
"Ji-ji-jimin Oppa..."
Bu kızı öylesine boğazlamak, büyük bir haz alarak boğmak, ardından bilmem kaç kez bıçaklamak istiyordum. Bu Jimin'i nereden tanıyordu ?!
"Evet evet, Jimin ben." dedi ego yaparak. Arkasından gelen sarı saç ile oraya döndüm. "Oha Yoongi! Sen nasıl geldin ?" Elindeki telefonumu gösterdi. "A-ah, doğru ya..."
"OPPA!" Kız aynı bir fangirl gibi çığlık attı ve koşarak Yoongi'ye kollarını sardı. Yanlış okumadınız. Yoongi'ye kollarını sardı. Hani vücudun üst kısmında omuzlara bağlı olan kemik ve kastan oluşan uzun şeyler, uçlarında toplam on parça daha kemik var, hah, işte onları Yoongi'me doladı. Hem de nasıl biliyor musunuz ? Vücudunun altındaki kol gibi olan şeylerinin üzerinde koşarken o üst bedenindeki kolları iki yana açtı ve onun bedenine "pat" diye sardı. Evet! Aynen öyle!
Jimin benden önce davranarak kızı oradan çekti ve Yoongi'den ayırdı. "Gerçekten bir psikologa uğramalısın." diye mırıldandı ve benim yanıma geldi. Oturan ve her olaya sinirle seyirci edasıyla izleyip küfürler yağdıran beni bileğimden tuttu ve kaldırdı.
Yoongi'nin yanına ilerledik. Yoongi benim telefonumu kot montunun cebine attı ve ellerimizi birleştirdi. "Beni uyandırmalıydın." dediğinde aniden reddettim. Şu an kulaklarımdan ateş çıkıyor, burnumdan soluyor olsam da sessiz, sakin bir ses tonuyla onu yanıtladım.
"Uyuyordun. Daha yeni kendine gelmişken seni böyle bir şeyle meşgul etmek istemedim. Ancak sen öğrenmişsin bile."
O daha tek kelime edemeden Jimin koluma girdi. "Ya! HyeRim'in 100 metre uzakta yürü Park Jimin." Benim elimi bırakmadan kolumdaki Jimin'in eline vurarak onu benden uzaklaştırdı. Ardından hepimizi şaşkına çeviren, beynimizden vurulmuşuz gibi hissettiren bir kalın, dalga geçmekte olan bir ses duyduk.
"Şakamızı beğendiniz mi?"
hye'nizden, yeniden selamlar.
bölümleri heyecanlı yerlerde kesmek hobim. bunu sanırım siz çoktan anladınız... bölüm yazmak uzun sürdü~ Umarım sevmişsinizdir...
24K için teşekkür eder, ellerinizden öperim torunlarım! Bunu kutlamak için hger bölümü 700-800 kelime civarlarında paylaşıyorum. Bu bölüm 750 kelime filan ama öncekiler hep 1000'den fazlaydı!
sizi çooook çok çok çok seviyorum~~ <3 <3
bu arada minik bir not daha , şu hesaplara göz atmanızı öneririm:
sevgilerle, kaçıyorum~~