Aydan'dan
İyice soğuyan hava ve kışa doğru adımlayan günler geçiyordu. Sanki ruhumda böyleydi. Önce ilkbaharı, yazı yaşadı Sarp'la. Sonra bir gitti sonbahara döndüm. En son anladım ki Fırat yüzünden kışa döndüm. Artık normal gündelik şeyler, ilişkiler o kadar basit geliyordu ki bana, istesem dahi tam olarak önemseyemiyordum.
Bir soluk bırakıverdim ve üstümdeki siyah badinin uçlarını parmaklarımla çektirerek pencerenin önünden ayrıldım. Sakin adımlarla odamdan çıktım. Kahvaltıya inmeli ve babama yaptığım kazadan bahsetmeliydim. Çünkü ben söylemesem dahi kısa bir süre sonra kendisi zaten öğrenecekti.
Merdivenlerden indim ve salona giden koridordan sağdaki kapıya yürüdüm. Annemle babamın konuşma sesleri ve çatal bıçak seslerini duyuyordum. Sanki bedenimdeki gerilim ve açıklamam gereken gerçeklerin kalbime dayadığı bıçaklar her adımda daha da keskinleşiyor, kalbimin ince zarına batıyordu. Kapıdan içeri girdim ve aynı saniyeler içinde babamla göz göze geldim. Kaşları hafif çatık, bir şeylerden rahatsızmış gibi duruyordu ayrıca annemde fazla sessizdi.
Ağzımın içinde günaydına dair birkaç mırıltıyı bırakıp masaya yerleştim. Hizmetçinin bana çay doldurmasını ve salondan çıkmasını bekledim. O çıktıktan sonra ne yapacağını bilmeyen ellerimin yönlendirmesiyle birkaç kahvaltılığı tabağıma yerleştirdim ama canım hiçbir şey istemiyordu ve anlatmam gereken şeylerde beni geriyordu.
"Hayatım sakin olur musun artık?" Annemin sesiyle kafamı tabağımdan kaldırıp babama baktım. Elindeki kahve fincanını masaya bıraktı ve ellerini birbirine kavuşturdu.
"Selin nasıl sakin olmamı bekliyorsun ki? Benden bir randevu alana kadar peşimden ayrılmıyor adam, sonra kaza yaptı bahanesiyle bir çalışanını gönderiyor. Aslında neden şaşırıyorum ki, kaybettiği ihalenin öfkesini bu çocukça hareketlerle atmaya çalışıyor."
Ağzımdaki küçük peynir dilimi büyüdü, büyüdü ve boğazıma takıldı. Amed'den bahsediyorlardı. Babam onun, bunu kasten yaptığını sanıyor, üstelik kazaya da inanmıyordu. Bense hâlâ sessizliğimi koruyordum. Annem sanki ne demesi gerektiğini bilmiyormuş gibi gözlerini kaçırdı.
"Adamı dinleseydin bir kere. Arıyor açmıyorsun. Belki de gerçekten kaza yaptı? Sonuçta böyle mühim bir şeyin yalanı olmaz."
Babam masadan yavaşça kalktı ve derin bir soluk bırakıp sol tarafındaki pencereden görünen boğaz manzarasına doğru yürüdü. Ellerini siyah takım elbisesinin keten pantolonun ceplerine soktu. Tam konuşmayacak derken itiraz istemeyen dominant sesi çarptı kulaklarıma.
"Benim için bir mesele bittiyse, dönüşü olmayacağını en iyi bilensin Selin. Ben o adamı dinlemek için bir şans verdim ve nedeni ne olursa olsun o gelmedi. Dinlememin gereği yok ve sende lütfen bir daha bu konuyu açma."
Birkaç dakikalık ölüm sessizliği bendeki stresi hat safaya çıkarmıştı. Vicdanın paslı çivisi göğüs kafesimdeki kemiklere çakılmış, nefes almamı olanaksız kılmıştı. Aslında bunun tek sorumlusu ve suçlusu bendim ama hâlâ konuşmayaşım benim elimde değildi. Sanki mühürlenmişti dudaklarım. Ya da içimde bir yerde konuşan o şımarık kız çocuğunun susturduğum cümleleri yüzündendi: Babamın bana hiç kimse için kızmasını kaldıramazdım.
Bu çocukça bir şeydi, evet. Fakat buydu işte. Kim olursa olsun- ki buna annem de dahildi babamın bana kızmasını, suçlamasını istemiyordum. Hak etsem dahi. Lakin şuan söylememem demek babamın başkasından duyması ve tamamen suçlu psikolojisiyle hareket edip gizlemem demek fırtınanın daha da şiddetli olmasına katkı sağlamak demekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİS VE HİSSİZ
Fiksi Remaja(EŞSİZ ÇİÇEKLER serisi-1) NOT: Serinin kitapları birbirinden bağımsızdır! Yaşananlar önemli değildi. Yaşatanlar ve geride bırakılan darmaduman olmuş hisler önemliydi. *** Denizin dalgaları, beni anlatmak için var sanki... Ba...