Silah

369 18 4
                                    

 “Nöbet tutmamız lazım.” Sonra çantasından av tüfeğini çıkardı. Silahlarla hiç aram olmadığı için etraftan duyduğum kadarıyla sadece ateş etmeye yaradığını biliyordum. Beline üstünde mermiler olan bir kemer taktı. “Bileğin nasıl?” Hala acıyordu ama dayanılabilir haldeydi. “Daha iyi”. Dedim. Dean’in tişörtünden yırttığı kumaş kıpkırmızı olmuştu. Kan hala tam anlamıyla durmamıştı. Yaralı bacağımı boylu boyunca uzatmış oturuyordum. Dean tüfeği kenara bıraktı. Çadırın girişine,biraz önüme oturdu. Elini uzatarak “Bacağını dışarı uzatman gerek.” Dedi. Elini tutarak ve kenardan destek alarak kendimi Dean’in yanına çektim. Bedenimin yarısı içerde kalacak şekilde oturdum. Sonra kumaş parçasını çıkarttı. Pet şişenin içindeki suyu bileğime boşalttı.Su kırmızı dönüp çimlere süzüldü.  “Temizle.” Dedi. Bileğimi olabildiğince nazikçe ovuşturdum. Ne kadar acıtmamaya çalışsam da dikenli teller etimi yırtarcasına sızlıyordu. Bir kere daha kendimi Dean’e küfrederken buldum. Kendisi yapsa ne olurdu sanki. Temizlemem bitince tekrar tişörtünü yırtarak bileğime sıkıca bağladı. Tabii temizlemekle uğraşmaktansa güç denemesi yaparak bileğimi acıtmak tercihiydi beyefendinin. Sonra bacağımı içeri çektim.  Yerdeki tüfeği kaldırmaya çalıştım. Beklediğimden daha  ağırdı. Yarısı yerde yarısı elimde Dean’ e uzattım. En sonunda zahmet edip aldı. “Çadırın önündeyim,ölürsen söyle.” Diyerek bez kapıyı kapattı ve dışarı çıktı. Yüksek sesle “Teşekkürler!” dedim.  Sırtımı dönerek uyumaya çalıştım. Çok yorgun olduğum için Dean’e acıyarak,uykusuz kalacağını düşünmeye üşeniyordum. İlk birkaç dakika felaket senaryoları hazırlasam da ağırlaşan göz kapaklarım galip geldi.

     Çadırın içine dolan gün ışığı deliksiz uykumu bölmüştü. Işığın nasıl girdiğini soracak olursanız Dean sağ olsun. İlk işim bileğime bakmak oldu. Kumaş tertemizdi. Tüm gece boyunca yara kanamamıştı. Dean çadırın girişinde bıkkın bıkkın bana bakıyordu.Gözlerinin altı mor halkalarla bezenmişti.  Tüm eklemlerimi çıtlatacak şekilde gerinerek “Günaydın.” Dedim.Boyum iki metre uzamış olmalıydı.  Dean uyuşukluğuma dayanamayacak duruma gelmiş olacak ki sinirle “Öğlen oldu.” Dedi. Çadırdan çıkarak “Bu gün nereye gideceğiz”  Dean somurtarak cebinden siyah not kağıdını çıkardı. “Ormanın en kuzeyinde bir kulübe varmış oraya.” Bu katilin derdi neydi. Elimizde ne pusula vardı ne de harita. “Kağıdı nereden buldun?” “Ateşin yanına bırakmış şerefsiz,havalı olsun diye de yarısını yakmış.” Sonra bisküvi paketini uzattı. Bu kuru şeylerle mideme eziyet çektirmek istemiyordum. Paketi iterek ”İstemiyorum.” Dedim. “Açlıktan ölmek gibi bir  derdin varsa, peki” dedi. Ağzımı Mariana Çukuru’yla yarışacak kadar açarak esnedim. Annem olsa ağzıma vurur,bunun tam bir terbiyesizlik olduğunu söylerdi ama şu an umurumda değildi. Dean hızlıca üç tane bisküviyi boğazıma kadar soktu. Ağzımı kocaman şişirerek  homurdanmaya başladım. Bu halimle turuncu bir balon balığına benziyordum. Dean mosmor olana kadar karşımda kahkaha attı. Üç dakika boyunca bisküvilerle cebelleştikten sonra Dean’in sırtına vurdum. Hiçbir tepki vermedi. Mantıklı düşününce hissetmemiş bile olabilirdi o sırt kaslarıyla.

   Bir süre Dean’in iç güdülerine güvenerek yol aldık. Çadırım toplanmış bir şekilde elimde,sırtımda da eşek ölüsü çantamla yürüyordum. Dean tüfeği çantasına koymuştu. Onun yükü benim yükümün yarısından azdı ama öküzlük yapıp yardım edeyim bile dememişti. Dimdik, küçük hatta büyük dağları ben yarattım edasıyla yürüyordu. Ben ise yanında ezilip büzülerek,topallıyordum. Açık bir alana çıkınca Dean “Eğitim zamanı” dedi. Cam bir şişeyi devrilmiş bir ağacın üstüne sabitledi. Ne dediğini anlamaya çalışırken ilk işim çantamı yere atmak olmuştu. Dean tüfeği çıkardı. “Sana ateş etmeyi öğreteceğim.  Her gece ben nöbet tutamam.Bu gördüğün bir Springfield çifte av tüfeği.” Dedi. Sen ateş edeceksin dediği kısımda takılıp kalmıştım. Devamı sadece kulağımı yalayarak uzaklaşıp gitmişti . Ben ve ateş etmek, karşıma en alçak adamı bile koysanız öldüremezdim. Eğer yapamam dersem Dean’in bana bebeğin de önüne geçerek insan statüsünden çıkartarak bir damga vuracağına emindim. Katilin yaptıklarını düşündüm, elimden geldiği kadarıyla kendimi cesaretlendirmeye çalıştım. “Yapamayacağından eminim ama elimde başka seçenek yok.” Dediğini duyduğumda kan beynime sıçradı. “Uzatma sadece nasıl yapacağımı anlat.”dedim. Dean sırıttı. Emniyet denilen yeri açtı. Dimdik durarak tüfeği göz hizasına getirdi. Yanağını tüfeğe yaslayarak “İlk baştaki bakacağın yer gez, tüfeğin ucuna yakın olan da arpacık. Hedefi iki yerden de bulduğunda aşağıdaki tetiğe bas.Hazır mısın?” dedi. Hazır olması gereken O’ydu ben değil, “Evet” Çok da zor görünmüyordu.  O anda iki tane mermi kulaklarımı sağır ederek cam şişeyi bin bir parçaya ayırdı. Kulaklarımı ellerimle kapatmıştım. Kalbim ağzımda atıyordu. Dean benim görmekte bile zorlandığım uzaklıktaki şişeyi vurmuştu. Bunu yaparken çok az sarsılmıştı. Kulağım çınlıyordu. Dean yanıma gelerek dudaklarını oynatmaya başladı. Neden konuşmadığını düşünürken ses yavaş yavaş gelmeye başladı ve aslında Dean’in bağırdığını ve benim duymadığımı anladım. O kadar konuşmanın sonunda sadece “Sıra sende.” Kısmını duymuşum, bu benim için yeter de artardı.

NOTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin