Dean’in elinden tüfeği aldım. Ellerim titriyordu. Dean yeni bir şişeyi ağacın üstüne yerleştirdi. “Mermileri de sen tak.” Diyerek iki tane mermiyi elime bıraktı. Ne yapacağımı bilmediğim için bomboş bakışlarımla cevap verdim.Dean gökyüzüne bakarak “Poff, ne olurdu sanki tek başıma şu işi bitirmeme izin verseydin.”dedi. tüfeği tekrar alarak “Dikkatli izle,bak bu şekilde mermileri süreceksin.” Sonra sırayla mermileri taktı. Tüfeği geri aldığımda yapamamaktan korkuyordum ama ne kadar zor olabilirdi ki. Yüzümü tüfeğe yasladım. “Daha yukarı.” Biraz daha kaldırdım. Dean sırtıma hafifçe dokunarak dikleştirdi. Tüfeği biraz aşağı indirdi. Gez ve arpacığa göre nişan aldım. İşaret parmağımı tetiğin üstüne yerleştirdim. “Bastığın anda tüfek seni geriye doğru iter,dikkatli ol. Dengeni kaybedip düşme.” Gerçekten bu kadar sarsacak olsa Dean ateş ederken de sarsması gerekirdi. “Hazır hissettiğinde ateş et.” Tetiğe biraz güç uyguladım. Mermiler özgürlüğüne kavuştuğu anda sanki araba çarpmış gibi bir güç beni geri itti. Ses kulaklarımı yine sağır etmişti. Saniyeler içinde kendimi otların üstünde iki seksen yatarken buldum. Dean hemen elimden tüfeği aldı. Belimden tutarak beni kaldırdı.”Düşersin demiştim.” Elinden tutup hızlıca ayağa kalktım. Kıyafetlerime vurarak silkeledim. “Ama sende böyle olmamıştı.” “Farklıyız,bunu fark etsen iyi edersin.” Bir daha böyle bir saçmalıkla uğraşmak istemiyordum. Ateş etmek gerçekten zordu. Dalga geçer gibi “Vurdum mu?” dedim. Dean kaşlarını hafifçe kaldırarak “Kuşları mı?” diye cevap verdi. Gözlerimi bayıltarak şişeye baktım. Yerli yerinde duruyordu. Sonra beş-altı kez daha denedim. Git gide daha iyi oluyordum. En azından düşmemeyi öğrenmiştim. Dean bu konuda benden gerçekten başarılıydı. Her seferinde soğuk kanlılıkla ve ustalıkla atışını yapıyordu ve hiçbir atışında da hedefi kaçırmamıştı. Sadece bir kere dikkatini dağıtmaya çalıştığım için beni hedef yerine koymuştu ve bilerek 1 cm uzağıma mermileri saplamıştı.
Saatler süren yürüyüşten sonra ağaçların arasından kulübenin çatısını gördük. Katil belki de oradaydı ve Dean’in ne yapacağını merak ediyordum. Gerilmiştim,tüm kaslarım tetikte bekliyordum. Bir sorun çıktığında kaçmak için hazır olmalıydım değil mi? Ayaklarımızın altında ezilen dalların çıtırtıları eşliğinde kulübenin kapısını çaldık. Kapı açılmadı. En küçük yaşam belirtisi yoktu. Dean’e baktım. O da bana bakıyordu. Göz göze gelince başını hızlıca çevirdi. Kapının açılmayacağından emin olduğumda “Gidelim.” Dedim. Dean uzakta bir noktaya bakarak “Daha değil.” Dedi. Ağaçların arasından 17-18 yaşlarında bir erkek bize doğru geliyordu. Üstünde kolsuz bir tişört ve şort vardı. Sırtında kocaman bir çanta taşıyordu. Siyah Ray-ban gözlükleri gözlerini tamamen kapatıyordu. Kafasındaki kırmızı saç bandı saçlarının öne gelmesini engelliyordu. İki metre yakınımıza gelince elini havaya kaldırarak “Selam!” dedi. Dean’in gözlerinde ölüm soğukluğu vardı. Karşımdaki katilse açıkçası daha kasvetli bir giriş beklerdim. Tepki vermekten çekiniyordum onun için ben de hareketsiz kaldım. “Hey siz ikiniz! Beni görebiliyor musunuz?” Gözlüklerini burnuna kadar indirdi. Ellerini birbirine çarptı. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Dean ise biraz sonra silahı çıkarıp vuracak gibi duruyordu. “Ben Jack.” Dedi ve elini uzattı. Elini sıkmak ile sıkmamak arasında gidip geliyordum. Dean hiçbir şey söylemeden kulübeden uzaklaştı. Ne yani eğer şu an katil ile karşı karşıyaysak arkasını dönüp gidecek miydi? Elimi uzatmaya karar vererek Jack’in havada kalan elini sıktım. Dean on metre uzağımızda arkasını bile dönmeden “Aldora!” dedi. Sesinde çok net uyarı vardı. Kısaca uzak dur diyordu aslında. Jack gülümseyerek “Adın güzelmiş.” Dedi. Uzun süredir böylesine sıcak biriyle konuşmamıştım. Baştan aşağı samimiyet akıyordu. “Niye burada…” Kolumdan çok büyük bir güç beni geriye doğru çekiyordu. Ayaklarım yerde sürüklenirken lafım yarıda kesilmişti. Hızlıca arkama dönerek kolumu kendime çektim. Dean kolumu tekrar tuttu. “Kes şunu!” diye bağırdım. “Hey adamım nazik olsana biraz.” Jack araya girmiş Dean’i uzağa ittirmeye çalışıyordu. Dean Jack’in kolunu havada tuttu ve benimkini sertçe bıraktı. “Sakın bana ne yapmam gerektiğini söyleme.” Tehditkar bakışlarını bu sefer Jack’e yöneltmişti. “Tamam adamım. Nasıl istersen.” Jack korkuyla geriledi. “Ve bir daha bana adamım dersen ne olacağını tahmin bile edemezsin.” Jack elini ağzının bir tarafından diğer tarafına çekerek fermuar kapatırmış gibi yaptı. Dean tam anlamıyla delirmişti, bu halini ben bile görmemiştim. Yerdeki bir dala tekme attı. Dal havalanarak kulübenin duvarına çarptı. “Yürüyüşe çıkmıştım ve kayboldum.” Jack panik dalgasını atlatmıştı. Benimle iletişim kurmaya çalışıyordu ve uzun zamandır normal bir insanla konuşmamıştım. “Siz niye buradasınız?” “Bizimki biraz karışık.” Göz ucuyla Dean’e baktım. Tekrar kulübenin yanına dönmüştü. Kısa merdivene oturmuş biraz önce tekme attığı dalı soyarak parçalarını yere fırlatıyordu. “O senin neyin oluyor?” Sahi, Dean benim neyim oluyordu. Arkadaşım değil, sevgilim hiç değil belki ucundan kıyısından onun platoniğiydim. Kesin olan şey bu sevginin karşılıklı olmadığıydı. Gök yarılırcasına bir şimşek çakarak düşüncelerimi böldü. Ardından yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı. Jack dudaklarını hafif sağa kaydırarak “Seninkinin siniri ıslanınca erir mi sence ?” dedi. “İçinde şekerden yapılma bir kalbi koruduğu sürece sanmıyorum.” Jack hafif gülerek “Onu bilmem de yağmur seksi saçlarımı bozuyor.” Elini saçlarının arasında yavaşça gezdirdi. Kolsuz tişörtü ıslanınca vücuduna yapışmıştı. Dean’le karşılaştırırsak daha az kası vardı ama hiç fena değildi. Koşarak kulübenin güneşliğinin altına girdi. Dean’den olabildiğince uzağa geçmeye özen gösterdiği belli oluyordu. Eliyle bana gel işareti yaptı. Ben de koşarak yanına gittim. Ahşap zemine oturduk. Yağmur buraya ulaşamıyordu. Parlak ve ıslak turuncu saçlarımı yanıma alarak suyunu sıktım. “Toka ister misin?” şaşırarak Jack’e baktım. Bileğindeki bilekliklerin arasından bir lastik çıkardı ve bana uzattı. “Saçlarını topluyor musun?” “Sadece uyurken.” Saçları öyle toplanacak kadar uzun değildi. Hafif rampa şeklinde özenle şekillendirilmişti ama alnındaki bant şaçlarını daha tatlı gösteriyordu. “Yani fıskiye gibi.” Neyi kast ettiğini anlayamamıştım. Bana biraz önce uzattığı lastiği alarak saçını yukarıdan saçları yeni çıkan küçük bebeklerin yaptığı gibi lastiği geçirdi. Saçlarının yeni halini görünce kahkaha atmaya başladım. Jack de gülüyordu.
“Soytarılığınız bittiyse gidelim artık.” Dean üstünden ve saçlarından sular damlayarak güneşliğine altına girmişti. Jack’in fıskiye saçını görünce küçümser bir bakış attı. Aynı anda gözlerinden şaşkınlık da okunuyordu.Jack Dean’in bakışından rahatsız olmuş olacak ki saçını hemen düzeltti ve lastiği bana verdi. Dean tam bir kabalık abidesiydi. Hızlıca ayağa kalktım. “Dean tüm gün buraya ulaşmaya çalıştık. Gideceğimizden emin misin?” “Sence değil miyim?” “O zaman Jack de gelsin.” Jack adını duyduğu anda kafasını kaldırdı. Konuşmanın kendisine hitap etmeyen diğer bölümlerini umursamamıştı. Dean “Saçmalama.” Dedi ama Jack’i burada bırakmaya niyetim yoktu. Jack “ Aldora, ben başımın çaresine bakabilirim yani sanırım. Siz gidin.” Dedi. Dean’i çekiştirerek uzağa götürdüm.Kısık sesle ve gözlerinin içine bakarak “Eğer katil O’ysa gerektiğinde müdahale yapabiliriz ama değilse çoğunluk her zaman iyidir. Hem benimle uğraşmak zorunda da kalmazsın.” Dedim. Dean bir süre düşündü ve “Bir bebekle uğraşmak bir asalak ve bebekle uğraşmaktan iyidir.” Dedi ama dediklerimin kafasına yattığı belliydi. “Lütfen…” dedim. “ Tamam. Senin dırdırını dinleyeceğime gelsin.” Diyerek yenilgisini kabul etti. Sanırım ilk defa dediğimi kabul ettirebilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NOT
Teen FictionSiyah kağıt paçavraları benliğimizi yutarken birbirimizi sindirdik. Suçlu en başından beri bizdik. Birbirimizin ölümünü izlerken çaresizdik.