Aynadaki yansımama bilmem kaçıncı kez bakarken çalan telefonumu cebimden çıkarmıştım. Aramayı meşgule atıp aynanın önünden nihayetinde çekilmiştim. Bizimkiler geldiğinden arıyorlardı.
Odadan çıkıp salona geçtiğimde gözlerim Mi soo'nun üzerinde gezinmişti. Getirdiği üç çeşit kıyafeti sürekli değişiyordu. Onu üzerinde beyaz pantolon, siyah bir cropla bırakmıştım. Şimdiyse deri, siyah pantolon, üzerinde de kırmızı, V yaka parlak bir kazak vardı. Nasıl üşenmiyordu üzerini değişirken? Ben bile ilk giyindiklerimle kalmıştım.
Beyaz crop, kot şorttan ibaretti. Abartı bir yönü yoktu. rahat olmayı seviyordum. Deri giymek şu sıcak havalarda pek de iyi fikir değildi.
"Eun soo nasılım?"
"Harika, mükemmel, efsane. Daha nasıl açıklarım?"
"Tamam anladım ben."
Sırıtıp eliyle saçlarını savururken kapıya doğru ilerlemişti. Ne giyse yakışıyordu zaten sormasına gerek yoktu. Çevremdeki insanların gerçekten böyle yakışıklı ve güzel olması ve aralarında çirkin ördek yavrusu olarak kalmam büyük adaletti.(!)
"Taehyung bir daha öne geçersen seni parçalarım!"
Mi soo'ya gözlerimi devirirken Namjoon'un aşk yaşadığım Jeep'ine binmiştim. Sırf Hoseok'la yan yana oturduğu için böyle tepki veriyordu. Aptal kız mutlu olacağına salak saçma hareketler sergiliyordu.
Bu iki salak birbirinden hoşlanıyordu ama inkâr ediyorlardı. Arada yanan biz oluyorduk işte..
••
"Eun soo yeter artık bırak şunu!"
Namjoon elimdeki şişeyi çekip alırken kaşlarımı çattım. Kolayca sarhoş olmadığımı(!) bildikleri halde beni niye kızdırıyorlar anlamıyordum. Şurada dört şişenin dibini gördüm alt tarafı sarhoş olur muydum ben onlarla?
İtiraz edercesine mırıldanıp şişenin ağız kısmını tutup kendime doğru çektim. Biraz hızlı çekmiş olmalıydım ki kolum arkama kadar sarkmış, büyük bir ihtimalle birinin kafasına vurmuştum. Çünkü şişenin kırılma sesini duymuştum.
"Ahh!"
Arkamı dönüp üzeri ıslanan bedenin renklenen beyaz gömleğine bakıp dudaklarımı büzdüm. Canım viskim! Yazık olmuştu..
"Salak mısın be sen!"
Bakışlarımı hem kanayan başını tutup hem de yüzüme doğru bağıran bedenin yüzüne çıkardığımda kaşlarım havalanmıştı. Amma da yakışıklıydı. Tanrım neler saldın bu dünyaya böyle? Neyse yakışıklı olması bana bağırabileceği anlamına gelmiyordu.
"Ne diyorsun be?! Şişeye kafa atan sensin?!"
Bizim tayfa olmak üzere şişeye kafa atan çocuk bile salakmışım gibi bana bakıyordu. Ne? Doğruları söylüyordum şurada. Yüzüne baka baka kafasına vurmamıştım ki şişeyi.
"İçme dedik sana gel buraya!"
Hoseok kolumdan tutup bedenimi kendisine doğru çekerken huysuzca itiraz ettim. Kolumu ondan kurtarıp şişeye kafa atan çocuğa yaklaştım. Doktorduk şurada. Kafası kanayan birine öylece bakamazdım.