Onur, çaresizce arabasını sürüyordu. Başarısız olduğunun o da farkındaydı. Üzgünlüğü yüzünden okunuyordu. Demir'i neden ikna edemediğini düşünse de sebebi açıktı aslında. Hayattan kopmuş birini yeniden hayata döndüremezdi. İnanmak istemedi acı gerçek buydu. Bir umut diye geldiği İzmir'den umutsuzlukla ayrılıyordu artık.
Araba kırmızı ışıkta durdu. Başını direksiyona yaslayıp kırmızı ışığın içinde kayboldu sanki. Demir ile yaşadığı maceralar canlanıyordu gözünde.
Bir keresinde Taksim barlarından birinde içerken silah sesleri duydular. Bıkmışçasına birbirlerine baktılar. Onur, masadan kalkarken "Kafa dinlemek neden bize haram arkadaş," dedi. Demir ona yolun diğer tarafını göstererek "Sen buradan git," dedi ve ekledi gülümseyerek. "Biz nerde bela orada."
İkisi de bellerinden silahlarını çıkarıp ayrıldılar. Ağır adımlarla ilerlerken bir kez daha silah sesi duydular ve adımlarının hızını arttırdılar.
Hayat kadınlarının bulunduğu sokağa geldiklerinde gördükleri manzara karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Bir tane kadın elindeki silahla havaya ateş ediyor bir taraftanda bağırıyordu. "Benim kaliteme bu para az!"
Silahlarını bellerine bırakan ikili kadına doğru yanaştı. Kadının çevresinde toplanmış, onu sakinleştirme çalışan kadınlar bizimkiler görünce ciddi ciddi onlara bakıp yaklaştı.
"Hop, yavaş olun beyler," dedi asabice. Kilosu ve yüzündeki buruşuklardan; kadınların başı olduğunu anladılar.
"Ablacım," dedi Onur ama cümlesini daha bitirmeden kadın kükredi.
"Ne ablası lan!"
Demir, ceketinin cebinden polis rozetini çıkarıp kadına gösterdi. Rozeti gören kadın tekledi.
"Bir şey diyordun sanki?" dedi Demir dalga geçercesine.
"Yok-yok komiserim," diye kekeledi kadın.
Demir, silahlı kadının yanına geldi. "Sıkıntın nedir gece gece?"
Şey-komiserim. Paramı eksik verdi lavuk."
Demir güldü. "Sıkıntı bu mu yani?
"Tabii bu. Biz namusunuzla çalışırken-"
Onur şaşkın bir şekilde atıldı. "Namusunuzla mı?
"Yani şerefimizle," deri kadın.
"Şerefinizle mi?" dedi Demir.
İri kadın hemen araya girdi. "Tamam komiseri. Sıkıntı yok"
"Umarım," dedi Demir başını sallayarak.
Onur, kadının elindeki silahı aldı. "Ruhsatı var değil mi bunun?"
Kadın cevap vermedi.
Demir ve Onur birbirlerine bakıp düşüncelerini onayladılar. O sırada üniformalı polisler geldi. Onur elindeki silahı polislerden birine verdi.
"Ruhsatsız silah kullanmak ve insanların huzurunu kaçırmaktan gözaltına alın bunları," dedi Demir.
Polisler kadınları götürürken "Bu neydi şimdi?" diye sordu Onur.
Demir, ona bakıp tebessüm etti. Küçük de olsa, keyfimizi kaçıracak bir neden sadece."
Onur da güldü. "İstanbul."
Daha niceleri vardı ama hepsi birer anı olarak kalacaktı. Demir geri dönmeyecek diye düşünüyordu. O kadar dalmıştı ki yeşilin yandığını fark edemedi bile. Arkadan gelen korna sesleriyle irkildi ve kendine geldi. Tam gaza basacakken, karşısında birinin durduğunu gördü. Bu Demir'di. Traş olmuş, güneş ışıkları yüzünden yansıma yapıyordu.
Onur'un şaşkınlığı, Demir arabaya binene kadar devam etti. Şaşkın bir şekilde ona bakıyordu. Demir ona bakıp gülümsedi. "İstanbul'u özledim," dedi usulca. Onur da gülümsedi. Araba hareket edip oradan uzaklaştı. Başardım diye düşünüyordu artık.
Akşam aydınlığında, boğaz manzaralı bir çatıda Demir, Onur ve başkomiser bir masada oturmuş bir yandan rakı yudumlarken diğer yandan da gülüşüyor, eski günleri yad ediyorlardı. Hepsinin yüzünde mutluluk vardı. Onur, uzun zamandır başkomiseri bu kadar mutlu görmediğinden biraz şaşkın olsa da bu şaşkınlığını gizlemeye çalışıyordu. Öyle ya; güzelim ambiyansı bozmak oldukça aptalca olurdu.
"Eee başkomiserim," dedi Demir rakısından bir yudum alırken. "Emeklilik ne zaman?
"Bende onu düşünüyorum," dedi başkomiser soğukkanlı bir şekilde. "Artık görevimde yetersiz olduğumu düşünüyorum."
"Tabi ki yeterlisiniz," dedi Onur. "Siz, iyi bir polissiniz. Daha çok adam yetiştireceksiniz."
"Sonra ne olacak? Demir gibi elimden çaresizce kayıp gidecekler." Gözleri hafiften yaşarmıştı. Bir şeyler söylemek istiyor ama söyleyemiyordu. Kelimeler ağzından dökülmek için zorlasa da kendisinde cesaret bulamıyordu. "Ama söylemem gerek. Bu vicdan azabıyla daha fazla yaşayamam." Demir'e doğru eğildi. "Senin açığa alınmanın sorumlusu ben değilim Demir," dedi kısık bir sesle.
"Geçti gitti başkomiserim," dedi Demir umursuzca. "Benim için önemi yok.
"Benim için var," dedi başkomiser kısıl sesini biraz yükselterek. Göz ucuyla etrafa baktı. "An ve an takipteyim. Yapamayacağım şeyleri istiyorlar. Zor şeyler."
Demir ve Onur şaşırmış vaziyette ona bakıyorlardı. "Senin atılman için, beni oyun bir baskı çemberine aldılar.
"Ne demek bu şimdi!" dedi Demir dişlerini sıkarak. Belli ki ailesinin katillerini, başkomiser biliyordu.
"Üzgünüm evlat," dedi başkomiser üzgün bir şekilde. "Öğrendiğimde iş işten çoktan geçmişti."
Demir ne diyeceğini bilmiyordu. Başkomiserin hem kendisine hem de teşkilata ihanet etmiş olması kaldırabileceği bir durum değildi. Masadan kalkıp ona baktı. "Bana en çok ne koyuyor, biliyor musunuz başkomiserim? Aynı sofrada yemek yediğim adamların, bana ihanet etmesi."
Kapıya doğru gitti. Onur, kısa süreli kararsızlık yaşasa da; o da kalkıp Demir'in peşinden gitti. Demir direksiyona geçti. Onur da yanına oturdu.
"Bu ne demekti şimdi?" dedi Onur meraklıca.
"Başkomiser, görevine ihanet etti. Ama dürüstlüğüyle bize bunu itiraf etti. Bu yüzden onu kurtarmalıyız."
"Sana yatıklarından sonra mı?"
"Dürüst adam lazım bize dostum. Her insan hata yapar. Önemli olan erken farkına varılması."
"Geri döndün yani?" dedi Onur gülümseyerek.
Başkomiser, çatıdan onların arabayla uzaklaşmasını izledi.. Cebinden telefonunu çıkarıp birini aradı. "Artık bana daha fazla güveniyor," dedi sinsice. Telefonu kapattı. "Artık avucumdasın korkusuz adam," diye mırıldandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dedektif
Mystery / Thriller"Bir insanı öldürmek istiyorsan en başta yapman gereken şey; ailesini yok etmektir." //PATRON// #ÖZET# (Kısa Hikaye) Demir, üst düzey bir polisti. Sayısız başarılara imza atmasına rağmen son durakta patrona yaklaşmıştı. Ama işler h...