Bu kitap, okul günleri çalan alarmını defalarca erteleyen, sınava sadece son akşam çalışan ve fizik dersine kin besleyen klişe öğrencilere ithaf edilmiştir.
***
Siyah beyazı kıskandı, griye dönüştü. Cadı prensesi kıskandı, kırmızı elmasıyla zehirledi. Hüzün mutluluğu kıskandı, çocukların ağzındaki tatlı gülüşe eşlik etti. Ve tüm hikaye tam da bu noktada başladı.
Masanın üzerinde çalmaktan yorulmayan saatimin sesi kulağımı tırmalarken, elimle çalan saati bulmaya çalıştım. Saati bulamadığımı fark edince sinirle yatağımdan çıktım. Çalmaya devam eden saatimi elime alıp hızla yere fırlatırken yılların içimde biriktirdiği alarm intikamını aldım.
Aynanın karşısına geçip kendimi, ayaklarımda bulunan tavşan terliğinden üzerimdeki Mickey Mouse pijamasına kadar süzdüm. Gözlerimi hafifçe aralarken aynada gördüğüm şey ile aniden gözlerimi açtım. İki kaşımın ortasında kırmızı mı kırmızı, nur topu gibi bir sivilce çıkmıştı.
"Anne!" diye bağırırken hızla odamdan çıkıp salona doğru koşmaya başladım. Salona girdiğimde annem başta olmak üzere kimsenin beni takmadığını gördüm.
Gözlerimi sağ tarafa kaydırdığımda sosyal medya bağımlısı kız kardeşim Zeynep'i gördüm. Elinde tuttuğu telefonu sallayarak yanıma geldiğinde, "Kızım bak sinirlerim zaten tepemde git başka yerde ara belanı." dedim.
"Sadece Instagram profilim için fotoğraf seçtireceğim." dedi telefonundaki fotoğrafları karıştırmaya devam ederken. Sinirle nefesimi çekerken gözümü sağ koltukta oturmuş annemle dedikodu yapan Neriman teyze'ye kaydırdım.
Neriman teyze, haftada bir gün annemle dedikodu yapmaya gelen, yaklaşık 50 küsür yaşındaki mahallenin dedikodu kaynağı. "Selma, hani şu cadı Nesrin'in oğlu vardı ya Gökhan, o evlenmiş işte." dedi Neriman teyze dedikodunun yeniden dibine vururken.
Gözlerimi devirdim ve yeniden sivilcemin varlığıyla baş başa kaldım.
Sinirden yüzüm uyuşurken salondan içeri, "Hayır, ilk sen kapat. Hayır, hayır sen. Üçe kadar sayalım o zaman, birlikte kapatırız." diye telefonuyla konuşan abim girdi. Tahmin ettiğim gibi haftada bir değiştirdiği yeni sevgilisiyle konuşuyordu. Abimin fazlasıyla klişe olan telefon konuşmasına kulak misafiri olduğumdan, kulaklarım birkaç saniyeliğine duyma yetisini kaybetmişti sanırım.
Salondaki herkes ayrı telden çalarken sinir beynime doğru hızla hücum etti. "Yeter, susun!" dedim etraftaki uğultuyu kesmeye çalışarak. Birkaç saniyeliğine tüm gözler bana çevrilmiş olsa dahi Neriman teyze ve annem dedikoduya, Zeynep sosyal medyaya, abim ise telefonun diğer ucundaki yeni sevgilisiyle telefonu kapatma klişelerine geri dönmüştü.
Salondakilerin kendilerine bile hayırları olmadığını düşünerek odama geri dönmüştüm. Odamın içinde sinirle birkaç tur attıktan sonra tekrar yatağa uzandım ve gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.
Kuzularımı sayarak uyumaya çalışırken yüzüme doğru gelen serinlikle birlikte gözlerimi araladım. Gözlerimi açtığımda, ağzını büzerek alnıma doğru üfleyen Hande'yi gördüm.
Hande... En yakın iki arkadaşımdan kısa boylu ve en inek olanı. Birde Okyanus var tabi. O da kızlara olan aşırı düşkünlüğü ile tanınır. Okyanus'un küçükken damdan düştüğüne dair rivayetler de mevcut elimizde.
Yani anlayacağınız iki salak arkadaş ve bu saçma aile arasına sıkıştırılmış, renkli gözlü bir panda gibiyim.
"Kızım, telefon sapıkları gibi neden üflüyorsun?" dedim bir hışımla yattığım yerden kalkarken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAKTÜS
HumorHer seferinde boğazına kaçmasına rağmen Bakkal Necati'den leblebi tozu yemeye devam eden, meyveli jelibonu hayatının tam ortasına yerleştiren ve karmakarışık, içinden çıkılmaz bir hayata sahip, tipik ev kızı, Gökçe. Bakmaya bile kıyamadığı sevgilisi...