"Günaydın."
Masadaki güzelliklere göz gezdirirken istemsizce kıkırdamıştım. Kural her zaman böyleydi. Ben yemek yapmayı bilmezdim, o yapardı. Ben uyurken her şeyi hazırlardı ve uyanınca bu manzarayla karşı karşıya kalırdım.
Bunu bile bile her uyanışımda, şaşırmış gibi yapar, ona sarılırdım. Fakat artık ikimiz de bunu ezberlemiştik. Ve ikimiz de ezberlediğimiz şeyi biliyorduk.Ezberlediğimiz şeyin farkındaydık.
Bir şeyleri ezberlemek zorunda mıydık?
"Günaydın, bay harika şef."
Kıkırdayarak yanağına bir öpücük bıraktığımda kalçamda hissettiğim acı şoka girmeme sebebiyet vermişti.
Buna inanamıyorum!
"Göt herif." dedim, kaşlarımı çatarak.
Ocağın altını kısıp o da bana ciddi bakışlar atmaya başlamıştı. Eğer bir şeyler yapmazsam bu, bir kavga sebebi olabilirdi. Harry ile olduğum her dakika yanlış yapmaktan korkuyordum. Her şey, küçük-büyük koca bir kavgaya dönüşüyordu. Onunla huzur dolarken bir yandan da huzursuzlanıyordum. Belki bir şair olmayabilirdim ama bu hallerine binlerce şiir yazabilirdim. Doğru kelimeleri seçmem için sadece onu görmem yeterli oluyordu.
Harry, benim ilham kaynağımdı. Hafızamdaki resim, okuduğum kitap, dinlediğim şarkı, duygularımla yüzleştiğim şiir. O, bir sanat eseriydi. Bazen bir sanat eserinden fazlaydı benim için.
Bir sanat eseri nasıl olur da bu kadar karmaşık olabilirdi?
"Ne düşünüyorsun?" dedi, saatlerdir onu beklettiğimi bana bir kez daha hatırlatan bir ses tonuyla.
"Hiç bir şey." diyerek yutkundum.
"Hiç bir şey mi? Hiç bir şey olan ne?"
Kafamı söylediği sözlere yorarken kendimi çözmem gereken bir yapbozda bulmuştum.
Kafamı belli belirsiz salladım.
Bir şeyleri çözmenin zamanı değildi. Ben, yorulmuştum. Yapboz tamamlamaktan, bozmaktan... Kelimelerindeki gizli oyunları bulmaktan yorulmuştum. Bundan emindim çünkü en küçük hücreme kadar hissedebiliyordum.
"İnan bana, sevgilim. Bilmeye değecek hiçbir şey düşünmüyordum." dedim ve en sıcak gülümsemelerimden birisini ona vermeye çalıştım.
O anda karnım korkunç, iğrenç bir ses ile odadaki son sessizliğimizi bozdu.
Ve sonra Harry'nin kahkahası...
"Sanırım birileri açlıktan ölüyor."
Kahkahasına eşlik ederek karnıma dokundum.
Karnım...
"Harry..." diye seslendim, o son hazırladığı şeyi masaya koyarken. Bana "ha?" diye kelimesiz cevap verdiğinde ben, kendi kelimelerimi toparlamaya çalışıyordum.
Derin bir nefes aldım bana yardım edeceğini umarak.
"Sadece... Burada midemin acıkma zorunluluğu yoktu." dedim, elimi karnıma koyarak.
O, biliyordu.
Ne demek istediğimi biliyordu çünkü Tanrım... O aptal değildi!
"Hayır, bebeğim hayır..."
Göz yaşlarım yanaklarımdan yavaş yavaş süzülürken bana doğru koştu. Kollarını belime sarıp başıma bir öpücük kondurması yeterli değildi. Ona istediği şeyi veremiyordum. Bu, böyle olmak zorunda değildi. Onun hayatı böyle olmak zorunda değilken herşey benim elimdeydi. Eğer o ameliyatı olmasaydım, ölebilirdim. Kanserli bir insan yaşayamaz ve bunu biliyorduk. Eğer ölseydim, yas tutacağı doğru olsa bile beni unutacaktı. Evlendiğinde başka bir insan onu daha mutlu edebilirdi. Ona istediği her şeyi verir, çocuğunu kucağına bırakırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Weird Husband (MPC3) |Harry Styles Fanfic|
FanfictionOdadan çıkmak için adımlar atarken bunların yaşanmamış olmasını diliyordum fakat bu boşunaydı. Bizi bu duruma getiren şeyi bile bilmiyorduk. Sadece parçalanmıştık ve biz, eski biz değildik. Nedenini bulmamız gerekirken bulmaya çalışmıyorduk. Polyann...