Giriş

16.4K 1K 226
                                    

İnsanlar bencildir, istedikleri bir şey varsa ya o olur ya da zorla olurdu. Bu konuda oldukça tecrübeliydim aslında, çünkü kendi öz annem bu konuda oldukça başarılıydı.

Belki bunları düşünmem biraz saçmaydı şu an, zira yeni 'evimize' taşınırken bu düşünceler için oldukça geç kalmıştım.

Taşlı yolda sürüklediğim bavulumu birkaç adım önümde yürüyen anneme olan hırsımdan biraz fazla sert çekmiş olmalıyım ki ayağıma çarptı. Acı dolu bir inleme dudaklarımdan firar ederken annem durdu ve gözlerindeki inanmayan parıltılarla ciddi olup olmadığımı sorgularcasına yüzüme baktı. "Cidden Taehyung, şimdi de yaralanma numarası mı yapacaksın?"

"Ama anne-" Sözümü bile bitirmeden arkasına dönüp büyük eve ilerleyen annem son zamanlarda ki gibi yine beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Şaşırmıyordum, çünkü bu duruma fazlasıyla alışmıştım. Bıkkın bir nefes verip eli boş ilerleyen annemin peşine takıldım. Önümdeki büyük eve bir bakış atıp sinirle suratımı buruşturdum, zenginlik akıyordu resmen.

Şimdi düşünüyordum da ben hiç burada olmak istememiştim fakat annem bu hayattaki tek varlığımdı. Onu bırakamazdım. Çünkü o beni on sekiz yıl boyunca bırakmamıştı ve ben de onun sözde bu basit isteğini kabul edip buralara kadar gelmiştim. Evet, hepsi benim hatamdı.

Annem büyük evin kapısının önüne gelince hafifçe zile basmış ve cam kapıdaki yansımasından saçlarını düzeltmişti. Bu haline göz devirip eskimiş ayakkabılarıma baktım, onlarda en az benim kadar kötü gözüküyorlardı. Gerçi, annemin getirdiği oldukça pahalı kıyafetleri giymemek yine ve yine benim hatam olurken, buraya eskimiş ve rengi solmuş tişört, giymekten dizleri buruşmuş siyah bir eşofman ve yıllanmış ayakkabılarımla gelmiştim. Tamam, oldukça garip bir çocuktum. Çünkü, kim yeni ailesinin evine bu şekilde gelirdi ki?

Açılan kapıyla yüzümü ayakkabılarımdan kaldırmamıştım, ne yaptıkları umrumda bile değildi.

"Hayatım! Hoşgeldin evine." Sesi gür bir adam bizi -pardon, annemi- selamlarken gözlerimi kapatan saçlarımın el verdiği kadarıyla yüzüne bakmıştım. İri bir adam olduğunu anlamıştım bir tek, zaten gerisi önemli değildi.

Annemin kıkırtısı güneşli güne renk katarken bıkın bir nefes verdim, yandan gördüğüme göre sarılıyorlardı. Tam iğrendiğimi belli edecektim ki benden önce ince bir ses erken davrandı. "Tanrım..."

İlgimi çeken bu sesle kafamı kaldırıp karşımdaki yapılı çocuğa baktım. Kahverengi saçları güneşte parlıyordu, koyu kahve gözleri benim tüm duygularımı yansıtıyordu. Çünkü bende bu manzaradan iğreniyordum.

"Oğlum!" Bu sefer sesi gür olan adama döndüğümde annemin belindeki ellerini görünce derin bir nefes aldım. Sakin ol Taehyung, sakin ol.

"Ah, siz tanışmıyorsunuz değil mi?" Annemin üstün konu değiştirme çabalarına başka bir zaman olsa göz devirirdim fakat dedikleri dikkatimi çekmişti.

Bir eliyle bana karşımdaki çocuğu gösterince hafifçe kaşlarımı çattım. "Taehyung, bu Jungkook."

Kahverengi saçlı Jungkook bana hiç dostça olmayan bir şekilde bakınca hafifçe yutkundum. "Jungkook, bu da Taehyung. Benim oğlum."

Sağol, anne. Cidden çok yardımcı oldun.

"İyi anlaşacağınızı biliyorum." Annemin neşesini bozmak istemediğim için sadece susmuştum. Fakat, Jungkook'la olan bu kısa süreli bakışmamızda bile iyi anlaşamayacağımızı biliyordum.

•••

Selam, yeni bir kurguyla karşınızdayım! Butterfly'dan sonraki ilk ficim, The serisinin yazılan dördüncü, yayımlanan ilk kitabıdır.

Seveceğinizi umuyorum, bol Vkook'lu günler!🌺

The Brothers |Taekook|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin