2| İlk Karşı Geliş

7.8K 882 446
                                    

Hayat, adi bir pislikti.

Bunu düşünmemim tek sebebi düğün gecesinden sonra annemle kocasının balayı için bir haftalığına karayiplere gideceğini öğrenmemdi. Sorun balayına gitmeleri değildi elbette. Sorun, bir hafta koca evde Jungkook adında bir varlıkla tek başıma kalacak olmamdı.

"Tae, duydun mu beni?" Annemin sesi beni kendi zihnimden çekip alırken sıkıntılı bir ifadeyle başımı sağa sola salladım. Gözlerimle büyük bahçeyi taraken hemen ilerimizde Bay Jeon ve yanındaki Jungkook'u gördüm. O da bu durumdan en az benim kadar hoşnut değildi, bunu suratına bakarak bile anlayabilirdiniz.

"Diyorum ki, geceleri geç gelmek yok. Seni her gün arayacağım ve Jungkook'tan günün raporunu isteyeceğim." diye şartlarını koşan anneme bakınca oldukça ciddi olduğunu gördüm fakat sesimi çıkarmadım. Kendimi beş yaşındaki bir çocuk gibi hissediyordum. Bundan hoşlanmamıştım.

"Hayatım, hazırsan gidelim artık." Yanımıza yaklaşan bir çift ayak sesinin ardından yükselen derin bir sesle bakışlarımı Bay Jeon'a çevirdim. Altına giydiği yazlık şortla ve alevli gömleğiyle cidden çok komik gözüksede yanağımın içini ısırarak  gülümsememi sakladım. Tanrım, bunu başarmak cidden zordu.

"Tabi, bu son bavuldu." diyen annemle, bir koruma gelip yerdeki mavi bavulu almış ve siyah lüks bir arabanın bagajına yerleştirmişti. Bu sırada yanımıza gelip annemi kollarıyla saran Bay Jeon'dan bakışlarımı kaçırıp bahçenin içine bakmaya başladım. Bu görüntüye alışabileceğimi sanmıyordum.

"İyi o zaman, biz gidelim. Uçağın kalkmasına az kaldı." Bay Jeon'un derin sesini duyunca anneme son kez sarılıp ayrıldım. Yanımda duran Jungkook'ta babasını sarıldıktan sonra bu ufak çaplı veda merasimimiz bitmiş ve annemgil hava alanına doğru yol almaya başlamışlardı.

"İçeriye gir." diye bir ses duyduğumda içimden bir süre lanetler okudum. Sırf annemgil ondan bir yaş küçüğüm diye beni, ona emanet etmişlerdi. Bunu istemiyordum, bu yaşıma kadar o sokak senin, bu sokak benim gezip durmuştum ben. Şimdi de bu, kendini bilmez çocuğun sorumluluğu altında kalmak beni rahatsız ediyordu.

Ne kadar söylensemde kocaman eve yönelip içeriye girmiştim. Eğer Minjae yanımda olsaydı, büyük ihtimalle sevmediğini söyler ve burun kıvırırdı. Benden habersiz bir tebessüm dudaklarımda zuhur ettiğinde en kısa zamanda Minjae'yi görmem gerektiğini aklıma yazdım. Halbuki daha dün görüşmüştük.

"Neden öyle gülüyorsun?" Jungkook'un uğursuz sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi sesin geldiği tarafa çevirdim. Elinde bir kaç kaseyle mutfak kapısının önünde duruyordu. Kaşlarım benden izinsiz çatılırken bakışlarımla kaseleri gösterdim. "Bunlar ne için?"

"Arkadaşlarım gelecek." dedi kibir dolu sesiyle, bu sırada yanımdan geçip giderek kaseleri salonun ortasındaki sehpanın üzerine koymuştu.

"Peki ben ne yapacağım?" dedim, zihnim çarklarını çevirmeye başlamışken. Eğer o arkadaşlarıyla eğlenebiliyorsa, bende arkadaşlarımla eğlenebilirdim. Minjae'nin yanına gider ve eski günlerdeki gibi gülüp eğlenirdik. Buraya taşınalı bir haftayı geçmişti ve ben eskisi kadar Minjae ile ilgilenemiyordum artık, onunla eskisi gibi olmayı özlemiştim.

"Sen," dedi düşünürmüş gibi yaparak. Gözlerini tavana dikmiş ve hafif mırıltılar çıkararak konuşmuştu. "ayak altında dolaşmayacaksın."

"Ne?" Şaşkınlık tüm bedenimi ele geçirmişti. Benden ne yapmamı istediğini anlamamıştım.

"Yani, arkadaşlarım geldiğinde odana çıkıp sessizce oturacaksın." diye bilmişlikle cevapladı sorumu. "Anladın mı?"

Gözlerim sinirden seğirmeye başlarken yavaşça bir nefes aldım. Ben burada yaşayan bir insandım, onun dediğini yapacak biri değildim ve bunu onunda anlaması lazımdı. Bu yüzden gözlerine tehditkar pırıltılar verip diklendim. "Anlamadım."

The Brothers |Taekook|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin