4

27.1K 1.2K 205
                                    

Selam sevgili okurlar 🙋‍♀️

Acı Tütüne göstermiş olduğunuz ilgi için çok teşekkür ediyorum. Diğer hikayelerim Yer Altından Papatyalar ve Kupa Kızı na da bekliyorum.

Keyifle okumanız dileğiyle. Sağlıcakla kalın 🌹

*

"Bbb...bbee...ben..". Ciğerlerime çokça su kaçmış, öksürmektense tahriş olmuştu. Konuşmaya çalışıp, kelimemi tamamlayamayışım bu yüzdendi. Yaşadıklarım vardı boğazımda. Boğuyordular beni.

"Tamammm...şşş..".

Kadir beni susturuyordu. Oysa ki ben yanan boğazıma rağmen konuşmak istemiştim. Konuşmak ve suçsuzluğumu haykırmak. O tarlada yaşanılanların isteğimle olmadığını, Esma'yla onları ayırmak istemediğimi.

"Ben...iste...ist...me...".

Bir kez daha denemiştim onunla konuşmayı. Mecbur olmadığını, isterse sevdasını sürebileceğini. İzin vermedi bana. Daha sıkı sardı bağrına. Çok yanıyordu canım. Üstlemedim!. Ruhumda ve bedenimde açılan yaralar fazlaydı. Daha fazla yanmasın canım dedim.

"Duyon mı?". Kadir'in kollarında taşınırken ansızın gelmişti soru. Yaşadığım saldırıya rağmen ondan korkmayışım, kollarında güvende hissedişim kesinlikle bana yabancıydı. Bilmezdim ben böyle duyguları. Güven, huzur, sevgi... hiç tatmadığım hislerdi. Tadacaktım. Kah acı kah tatlı...

Cevapsızlığıma aldırmayıp kendi sorusunu kendi yanıtlıyordu. "Usibbibi kuşu bu. Güzel günlerini haber veriyor sana. Ölme Zeliş...bir daha ölme".

Beni evlerine götürüp kurulamış, her şeyin düzeleceğini söyleyip ortalardan kaybolmuştu. Ertesi güne kadar haberim olmadı ondan. Ta ki babam amcaların bana talip olduğunu söyleyene kadar.

"Emmin gil seni istor. Gönlün var mı?".

Utanıp başımı öne eğmem yanıt olmuştu onlara. Belki kabul etmemem gerekirdi. İstemiyorum deyip beni de Kadir'i de bu kadere mahkum etmem gerekiyordu. Ama ben susmuştum. Şendure'nin dilinden eksik olmayan "lalliki" olmuştum.

Amcamlara haber salınmış, iki güne istemiştiler beni. Fakirdiler onlarda tüm köylü gibi. Sözde takacak altın olmayınca Sevda Yenge'm parmağında ki yüzüğü çıkarıp takıvermişti parmağıma. Nişan istememiştik ikimizde. Gönül rızasıyla yapılan bir izdivaç olmadığından. Yanacaktık!. Yakıyordum ikimizide. Fakat insan oğlu bencildir. Bencildim 17 yaşımda. Adımı temize çıkarmak, dünya üzerinde verecek nefesim olsun diye beni sevemeyen, başkasını seven adamı er olarak mahkum etmiştim kendime. Yüzüme bakmazdı. Ne o bakar ne de ben bakardım. Benim yüzüm kara, onun pişmanlık kaplıydı.

Aradan geçen bir ayın sonunda düğünüme iki gün kalmıştı. Bir defa olsun görmedim onu o süre boyunca. Yaptığı hatayı görmek istemiyor demiştim kendime. Beni görüp sevdasına, kendine yaptığı ihaneti görmek istemiyor dedim. Ağlamadığım, ona dualar etmediğim bir günüm olmamıştı.

Harcanmıştı Kadir benim uğruma. Anası olmayan bir yavruyu kurtarmak için, anası olan başka bir yavru öldürülmüştü. Onun deyişiyle 'diri diri toprağa gömülecekti'. Tarlalara artık inmiyor sadece ev ile uğraşıyordum. Gecenin köründe kalkıp yaprak kırmaya giden babamlar sabah dokuz yada on gibi geliyor yemeklerini yedikten sonra azıcık dinleniyor, tekrar uyanıp kırdıkları yaprakları ipe diziyordular. Küçük kardeşlerim babamların ipe dizdikleri tütünleri boyunlarından geçirir, dışarda sadece çatısı olan bir dama bırakırlardı.

Günler böyle akıp gidiyordu. Kalan son iki günüm telaşlı ve hummalı geçiyordu. Sevda Yenge'm her gün soluğu bizde alıyor getirdiği çeyizlik eşyaları veriyordu. Gitmeden evvel mutlaka yanaklarımı bol bol öpüyor, Esma'dan daha iyi bir gelin olacağımı, Kadir'in yaptıklarına alınmamamı öğütlüyordu. Şikâyetçi değildim ben ondan. Fedakarlığı için duacı iken yüzüme bakmayışına küsmek ne haddimeydi.

"Sever kızım seni. Zaman ver ona...". Her gelişinde eksik etmiyordu bu lafını. Görmüyordu ki ben kalbini istemiyordum 'Abi' dediğim adamın. Böyle küçük hesaplarla kafamı yoracak gücüm yoktu. Ben Kadir'in beni sevmeyişine değil, beni hor görüşüne üzülüyordum. Demiyordu, demeyecekti bunu bana hiç bir zaman ama ben biliyordum. Gözlerine bakmasamda orada görüyordum.

"Tommız sıcağına denk geldi düğün. Oynarkene batlayacaz".

Gülerek söylüyordu bunları. Hep güleçti zaten. Onun kaynanalığını Kadir'in buralardan kaçıp giderken benide peşinde sürükleyeceği zaman görecektim. Henüz erkendi. Henüz ben onun kanadı kırık kuşuydum.

O günün gecesinde topladığım eşyalarımın başında bakaduruken analığım düştü yamacıma. Ağzını hayra açmayacağını biliyordum. Ama çıkacak kelimelerin ilerde beni ne hallere sokacağını bilmiyordum. 17 yaşında ki Zeliş o kadının ne demek istediğini anlamamış, kıskançlığına yormuştu.

"Aldına mı yattın ne ettin kız?. Nasıl avucuna aldın dağ gibi adamı?".

"Ne diyon sen aney?".

"Esma Esma dolanordu adam. Nasıl gullepe(oyun) geldi adam diyom?".

"Ayıp sana, laf etme bele!". Sert çıkıyordum ona. Beni çekemeyişini, kıskançlığını anlıyordum ama çamur atmak? İşte bunu anlamıyordum. Ben ona ana demiştim. O bana yavrum dese çok muydu?. Beş evladından biri yerine saydaydı, benide şefkatinden mahrum etmeseydi ne olurdu ki?.

"Edepsizlik edip bana mı namıslı kesilon?".

Derdi neydi anlayamıyordum. Amcamlar benden söz ettiğinde babama vermeyelim diye az diretmemişti. Ona göre yaşım çok küçüktü. Kadir gibi bir adama karılık edemezdim. Geçen kış onaltıma yeni girdiğimde Selvi'nin abisi Hakan beni istediğinde verelim diye kıyameti koparmıştı. Kadir'in Hakan dan ne farkı vardı ki?. Onaltımda karı olabiliyordum ama on yedimde çocuk mu kalıyordum?.

"Neden istemon evermemi?. Neden sevmon beni aney?".

Kolunu kaldırıp yüzümün ortasına vuruyordu sözlerimden sonra. Azar işiteceğimi biliyordum ama dayağı tahmin etmemiştim. Ne yapsam da sevemeyecekti bu kadın beni. İki gün sonra yapılacak düğünümde de yalnız bırakacaktı. Asla ama asla analık etmeyecekti.

"O dilini goparırım!. Aney demeyecen demedim mi?. Kadir seni sevmiyor, sevmeyecek!".

Kadir veni sevmese ne kaybederdim ki?. Umrumda mı sanıyordu. Onun beni hangi yangından çekip çıkardığına bir kez daha şahit olmuştum o gece. Bencilce seviniyordum. Bana asla yuva olmayan o evden çekip aldığına, başıma gelen felaketten dolayı sahip çıkmasına daha fazla seviniyordum.

Dudağımdan sızan kanla sırtımı duvara vermiştim. Ayakta kalamayıp çökmüş hıçkırmamak için avcumla ağzımı kapamıştım. Anasız kızlar hor mu görülüyordu?. Hiç mi sevilmiyordu?. Hatırlıyordum. Ben çok küçükken babaannemin televizyon olmadığından akşam gaz ışığında anlattığı hikayeleri anımsıyordum.

Anlattığına göre çok eski zamanlarda genç bir kız varmış. Anası doğumda öldüğünden babası ona analık getirmiş. Ama analığı benimki gibi ona eziyet edip duruyormuş. Bir gün yine önünde kocaman bir leğen dolusu hamuru yoğururken, analığının dolduruşuyla babası kızını leğen başında dövmüş. Yanağının bir yanına gelen hamurla içli içli ağlamış. Babası acımasızca onu döverken dua etmiş. Babaannemin diyişine göre eskiden insanların duası çabuk kabul olurmuş. Her gece ağlayarak gök yüzüne bakan bu kız o an bir dilek dilemiş. Demiş ki her gece karanlık çöktüğünde gökyüzünde ben olayım. Bende geceyi aydınlatan o yıldızlar gibi bir başıma olayım.

Kabul edilmiş duası. Yüzünde kalan hamurla geceyi aydınlatan ay olmuş. Hatta babaannemin başka bir deyişine görede ayın yüzeyi kızın yüzünde kalan hamur yüzünden lekeliymiş. Daha küçükken duyduğum bu hikaye fazlasıyla etkilemişti beni. Bende her gece gök yüzüne bakar o kız gibi ay olmayı dilerdim. Bana zulmeden analığım, dayağından canıma tak eden babam yüzünden kuş olup uçmak, gök yüzüne bir ay olarak konmak istemiştim.

Olduğum yerde uykuya dalmadan önce belki benimde dileğim yerine gelir diye o kızın türküye benzer dileğini dillendirmiştim.

Îndu îndolabe,
Kefîr babe,
Ez pîrlîr çima,
Mîn dolabe....

*

Lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Görüşmek üzere

ACI TÜTÜN (Tütün Serisi 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin