Tarlada bir o yana, bir bu yana koşturdu. Dereye koştu, aksilik olacak ya , su yok. Suyu, komşu tarlasına çevirmiş olmalı sulamak için. Çamurları aldı çocuğa sıvadı. Faydası olmayacağını hissediyordu, lakin bir şeyler yapmalıydı. Çocuğunun gücü tükenmemiş olsa , sesi çıkardı herhalde. Sadece cılız cılız nefes alıyor, o kadar. Çaresizce eve yöneldi. Kucağında ızgara olmuş bir bedenle koştu. Yetişin komşular bile diyemedi. Ağıt yakıp bağıramadı da. 'Allahım nasıl dayanayım ben. Ne olur beni de al, onu alma. Beni bu acıyla bırakma"diyerek çöktü kaldı. Hatun koştu akrabaların evine. Şifacı hatun geldi. Genellikle otlarla ilaçlar hazırlar, merhemler yapar. Kimi salça sürelim, kimi zeytinyağı sürelim, kimi de gaz yağı sürelim dedi. Şifacı teyze "Olmaz, önce ateşi sönsün, su hazırlayın, leğene yatıralım, sonra yanımda getirdiğim yanık merhemimden sürelim. Bir şeyciği kalmaz." dedi. Hemen denileni yaptılar. Bağrışmalar, çağrılmalar arasında kocası Mahir Bey geldi. Biri kahvehaneye gidip, haber verdi anlaşılan. Ya da hiç yanından ayrılmadığı, akıl hocası Muhtar Efendinin yanındaymıştır. O katı yüreğiyle şöyle bir baktı. Kim bilir, karısının değil de kendi evladı olsaydı ne yapardı."Bırakın, uğraşmayın, ondan adam olmaz, yaşasa da bir şeye benzemez bu." deyiverdi. Oradaki herkes onun katı yürekliliğini yadırgadı. Lakin bir şey diyemedi. Onu tanıyorlar işte. Sonuçta Mahir bu. Ondan kimse incelik beklemez.Kimse beklemez, lakin Hediye, bekledi. Bu dört çocuğuyla, rızası olmadan kaçırdıysa, içinde bir sevgi kırıntısı barındırıyor olmalıydı. Belki oradaki herkes, çocuğun öleceğini biliyordu, lakin ellerinden gelen merhameti gösteriyordu da. Çıkmadık candan umut kesilmezdi. Hediye 'nin gönlü çok incindi. Çocuğunun cılız nefes alışları , daha da yavaşlarken, kaybolan umutlarına mı ağlasın, yitirmekte olduğu cana mı ağlasın yoksa elinde kalanların bilinmez kaderine mi ağlasın bilemedi.
Acı bir bakış attı, evinin erkeğine. Kadınlar, leğendeki bebeğe bakıyorlar, biraz canlanınca merhem sürmeyi umuyorlardı. Hediye sabredemedi"Bu böyle olmaz, etmeyin, eylemeyin komşular. Alıp, şehre götürelim hadi." dedi ağlayarak. Sonra kocasına döndü"Etme gözünün yağını yiyeyim herifim. Şu muhtar emmiye haber gönder, ya üç tekeri ya da at arabası ile gelsin,yetiştirsin hekimlere. Kulun kölen olayım herif"diye yalvardı. Kendisini gözleyen o kadar çift göz olmasa itiraz edecekti, derin bir nefes aldı, çıktı gitti. Bir umut yeşerdi kadıncağızın içinde. Sonra evladının başını beklemeye başladı. Bakarken, bakarken çocuğunun göğsünün inip kalkmadığını fark etti. Diğerleri çoktan fark etmişti de bir şey söylememişti. Mahir , muhtara giderken bile çocuk, nefes almıyordu. Bir feryat kopardı, kapandı, yanık etin üzerine. Kalkmadı, öylece kaldı çaresiz kadın.
MahirBey, muhtarı alıp geldiğinde, feryatlardan, olan biteni anladı. Hediye, kapanmış yavrusunun üzerine, feryatları köyü inletiyor. Muhtar, olaya el atar vaziyette, atıldı hemen öne. "Başınız sağolsun Mahir Emmi. Allah sabır versin. Son vazifemizi yapalım. Gereken her şeyi ben ayarlayacağım." Ne hazırlayacak ki? Sanki şehirde belediye başkanı da, taziye çadırı kurdurup,aşevi hazırlayacak. Gitti, bir kaç ahbabına mezar kazılması vazifesi verdi. Bir kaç kişiye, evin bahçesine yazmak için çul, kilim söyledi, imama da haber saldı, o kadar. Bir daha ki seçime bunlar hatırlanır inşallah diye de aklından geçirdi.
Onlar, hummalı hazırlıklara girişmişken, Hediye'nin, evladını vermeye niyeti yoktu. Evladının üzerine öyle bir kapandı ki onu uzun süre kimse alamadı. Hıçkırıyor,bağırıyor,sesi çıkmıyordu. Bağırıyor,dövünüyor,uzuvları kıpırdamıyordu. O öyle yaptığını ,bağırdığını,dövündüğünü sanıyordu oysa. Sadece üzerine yatmış ,kımıldamadan saatlerce kalmıştı. Etraftan kocasını buldular ,dokundu. Kaldırmaya çalıştı,olmadı.
Ne yaptıysa sesini duyuramadı. Başka bir boyuta geçmişti sanki. Oracıkta ölmeyi bekliyor,evladı nereye giderse oraya gitmek istiyordu sanki. Öyle ki öldüğünü bile düşündülerHediye 'nin anası koştu,kardeşi koştu. Destek olmak için hepsi oradaydı. Ama yüreğindeki yangını söndüremediler. Kimseye diyemedi bana ve çocuklarıma sahip çıkamadınız diye.
Neden sonra diğer çocuklar da analarının üzerine ağlayarak kapanınca nineleri yanına geldi. Geride kalan evlatlarına acımasını söyledi. Sen ölürsen bunların hali nice olur diye dil döktü uzun zaman. Sonra, evlatlarının hıçkırıklarını duyunca, uzun uzun sarıldı onlara. Geride de üç garip evladı olduğunu acı içinde hatırlayabildi. Sonunda izin verdi ki ,son vazife yapılabilsin diye.
Hoca, günahsız masumun namazını kıldırdı.El açıp dua ettiler annesine şefaatçi olsun diye.Hediye,bir köşeden izledi sessiz hıçkırıklarla.Yakıştıramadı Resul'üne o kara kutuda olmayı.Daha fazla dayanamadı,çöktü kaldı.Etraftan koluna girip,mezarlığa yürümesine yardım ettiler.Herkes gidince, mezarının başından , kızları da, kendisi de ayrılmadı uzun süre. Akşam olurken, bir birlerine sarılarak, dönebildiler eve.
Evde taziyeye gelenler arasında, başını sardı, oturdu. Çocukları da bir an olsun eteğini bırakmadı. Anasıyla kız kardeşi,akşam yanında kaldılar. Şu eniştesinin yüzünü görmeye katlanamasa da, kardeşine zor zamanında destek olmak gerekiyordu. El ayak çekilince, herkes yattı, bizimkiler yatamadı. Resul'ün sesi kulaklarında çınlarken nasıl yatsınlar? Kara kara düşünürken,sabahı ettiler. Sabah,Mahir,gözlerini ovuşturarak kalktı. "Daha çorba hazır değil mi hanım"diye sordu başının çelgisini hiç çözmeyen kadına. Dünkü olanları unutmuşa benziyordu. Hediye, cevap verecek gücü bulamadı kendinde. Kardeşi homurdanarak çorba yaptı. Keçilere, oğlaklara baktı. Kümesleri dolaştı. Etrafı çalı süpürgesiyle süpürdü. Anaları da evin içindeki işlerle uğraştı. Böylece, bir hafta aralıksız destek oldular. Lakin, hepsinin de kurulu düzeni vardı sonuçta.
Sonra, konu komşu da ilgilendiler biraz, çocukların başını okşadılar. Eli yemek yapmaya varmadığı anlarda çorba getirdiler. Ama onun tek ihtiyacı evlatlarını alıp çok uzaklarda bir düzen kurmaktı. Birinin gelip Mahir 'e akıl vermesi lazımdı. "Gel etme Mahir Bey şu garipleri koyver gitsinler. Sana hanım mı yok. Bu canlar yitip giderse sizin yuva nasıl diri kalır?Gariplerin sahibi Allah'tır. "Bunları söyleyecek bir babayiğit biri yok mu acep? " diye düşünüyordu.
Hiç bir ilgi ,hiç bir alaka içindeki yangını söndüremedi. Evde yalnız kaldığında ,çevresinde insanlar çoğaldığında ,acısı hiç dinmedi. Büyüklerin cahilliğinin bedelini masumlar mı ödemeliydi. Ya diğer ödenecek bedeller?Bu hanede kaç ağıt yakılacak ,kaç evlat acısı çekilecekti?
Günler birbirini kovaladı.Ekmek aş ,koyun keçi derken hayata kaldığı yerden devam etti. Yalnız eli ateşe isteksiz varırdı. Çoğu zaman sorardı"Ha kızıl gavur nasıl olup da bizi hem ısıtır,hem doyurur,hemi de canlarımızı alırsın,odunla değil de kanla beslenirsin?"Et yiyemez olmuştu. Yemeklerin aşların kokularını alamaz olmuştu. Burnundan yanık kokusu gitmiyordu. Gerçi bu yoklukta güzel kokulu bir yemek yapması olası değildi.
Öğünleri davar sütü,yaptığı arpa ekmekleri ya da dağdan topladığı otlardı.Bunları bile bulamadığı olurdu bazen. Kış hazırlığı tarhana ,bulgur olmasa yavrucukları aç yatardı.onu da idareli kullanmak zorundaydı.. Mahir Bey köy meydanından dolaşıp gelir, yarım yamalak öğrendiği havadisleri yorumlar,evdekileri sıkıştırırdı. "İdareli olun daha kötü günler gelecekmiş. Sıkıntı var memlekette. Az yeyin. '"derdi. Ama sözleri evdeki kendi iki oğluyla kızına değil de genelde fazlalık olarak gördüğü kızlaraydı.
NOT:Her emek alttaki yıldıza basılmayı hak ediyordur. Basmadan geçmeyiniz. Teşekkürler 😊
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEDEL ASİ NEHRİ GİBİ
Ficção GeralKİTAP İNTERNETTE SATIŞA SUNULMUŞTUR. http://www.kitapyurdu.com/kitap/bedel/453779.html Soluksuz okuyacağınız,zaman zaman olayların seyrinden dolayı yazara kızacağınız bir hikaye. Dönemin en güzel şarkıları eşliğinde geçmişe yolculuk yapacaksınız...