Didem Madak der ki:
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!
Uzaklar altı sene evvel beni istemişti. Gel demişti bana, tutmuştu elimden ve beni bambaşka diyarlara içimdeki cehennemle sürüklemeyi başarmıştı. Korkmuş muydum, kaçmış mıydım, güçsüzlük mü yapmıştım bilmiyordum. Belki ailemden bu kadar uzun süre mahrum kalmak bir hataydı ama buraya gelmek bir başıma korkudan ve açlıktan titrerken bile hata olarak gelmemişti. Buraya gelmek bana muhteşem insanlar hediye etmişti. Buna layık olamamış olmam benim hastalıklı ruhumun bir eseriydi.
İzmir'den döneli bir ay olmuştu. Bir aydır Eren'le günlük muhabbet etmiyorduk. O günün sabahında uyandığımda mutfak masasında bir not görmüştüm. Kurulu masanın üstünde saçma, tüm iştahı kaçıran bir not! Benden önce kahvaltı yapıp gitmişlerdi. Yalnızlık istiyordun al sonuna kadar yalnız kal diyorlardı bir nevi. Senelerce çekmişlerdi beni. Bunca sene çekebilmelerine minnettardım.
Ertesi günlerde Başak beni yalnız bırakmadıysa da eski sevecenliği yoktu. Sessizce yemeklerimizi yiyorduk. Olabildiğince az konuşuyorduk. Yan yana oturuyorduk ve boş gözlerle televizyon seyrediyorduk. Saat on olmadan yatmaya gidiyorduk.
Eren ise işten çıktıktan sonra şehir merkezine yakın bir spor salonuna gidiyordu. Bize yakın spor salonları olmasına rağmen daha geç gelmek için şehir merkezindeki salonlardan birini tercih etmişti. Bazen biz odalarımıza dağılmadan geliyordu. Sessizce bizimle bir bardak çay içiyor ardından odasına çekiliyordu. Bazen de gece yarısına kadar gelmiyordu. Ben onu kırmamak için uzaklaştırmak isterken o benden uzaktayken parçalanıyordu.
Bu bir ay içerisinde tüm okunacak kitaplarımı okumuştum fakat bir gram zevk alamamıştım. Şimdi elimdeki son kitabı okumaya çalışıyordum bir saattir. Gözlerimi aynı satırlar arasında dolandırmaktan başka bir şey becerebildiğim yoktu.
"Of!" Kitabı kapatıp masamın üstüne fırlattım. Telefonumu elime alıp gelen mesajlara baktım. Ebrar balayından resimlerini atmıştı. Tebessüm ettim burukça. Özlemiştim. Birlikte olsaydık dizime yatardı, heyecanlı heyecanlı anlatırdı.
Onun mesajlarından çıkıp Pusat'ın mesajlarına girdim. Benim çok zeki kuzenim düğünden bir hafta sonra askere gitmişti. Hem de Hakkari Şemdinli'ye komando olarak. Eminim kendi isteğiyle gitmiştir. O, ölmek için fırsat kollamaya başlamıştı ve bu gidişat beni korkutuyordu. Çok şükür ki şimdiye kadar başına bir şey gelmemişti ama her bir süre konuşamayacağız dediğinde yüreğim ağzımda geziyordum. Duru yengem her konuştuğumuzda ağlıyordu. Bizim yüzümüzden ailede gözyaşı eksik olmadı hiç.
Akşam dokuz olmuştu yani orada sabahtı. Arasam mı aramasam mı derken Pusat çevrimiçi olup beni aradı. Kalp kalbe karşıymış demek ki!
"Dünyanın en geri zekalı insanı!" diyerek açtım telefonu. Güldü. En azından aramızdan biri bir gram dahi olsa daha iyiydi.
"Evet, onu aramıştım." Dedi. Gözlerimi devirdim. Oturduğum sandalyeden kalkıp yatağıma geçtim. "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Omuz silktim sanki görecekmiş gibi!
"Hiç. İşten geldim, yemek yedim. Şimdi de kitap okuyordum." Dedim. "Sen nasılsın? Nasıl gidiyor? Yaralandın mı? Ne zaman bitecek bu?" diye ardı ardına soruları sorunca bezgince nefesini verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAĞMUR KOKUSU (Tamamlandı)
Ficción GeneralDram kategorisinde 24. Sırada- 14.05.2018 Kitapları mesken tuttum ben. Kaçtım. Yüreğimdeki ağırlıklardan kaçtım. Sahte gülüşlerden kaçtım. Seviyorum diyen yalancılardan kaçtım. Kitaplara sığındım. Hayal dünyasının temiz yalanlarını gerçek dünyanın p...