Bölüm 5 - Hatırla!

77 4 1
                                    

Geçmişini unutanın, geleceği de karanlıktır.

“Sarah? Bu sen misin?”
“Benim adımı nereden biliyorsun? Sen kimsin? Daha fazla yaklaşma! (horoz çekilir)”

Gölgelerin Savaşı üzerinden tam 4 yıl geçmişti. Santiago’nun Kennen’i, Zed’in ise Akali’yi mağlup ettiği günden beri Kinkou’dan bir defa bile haber alınamamıştı. Santiago ilk zamanlarda birini öldürdüğü düşüncesiyle uyuyamasa da zaman geçtikçe bu duyguya alışmış hatta bağımlısı olmuştu. Her türlü göreve o talip olur, tüm suikast işlemlerini başarıyla yerine getirir, bazen de sırf canı sıkıldığı için bir köyü basarak çoluk çocuk demeden ne varsa katlederdi. Öldürdüğü insan sayısı binleri buluyordu. Runeterra’da namı yayılmıştı. Tam istediği gibi olmasa da… İnsanlar onu “Gölgelerin Öğrencisi” olarak biliyor, adının anıldığı her yerde bir sessizlik havası hakim oluyordu. Bunu şu ele geçirdiği yeni güce borçluydu. İlk olarak Kennen’le olan dövüşünde fark ettiği bu gücü kullanmayı gün geçtikçe öğrenmişti fakat hala tam olarak kullanabildiği söylenemezdi. Santiago’nun anladığı kadarıyla bu Sphere denilen güç karşısındakinin aklını okumasını sağlıyor, ruh ve büyü gücünü emerek onu kopyalıyordu ve bunu kullanmasını sağlıyordu. Bu sayede Gölge Tekniği’nde çok çabucak ustalaşmış hatta ve hatta Zed’den bile daha çok adı duyulmuştu. En son Kennen ile yaptığı dövüş sonrasında ise şimşeğe hükmedebilmiş ve bunu kullanmayı öğrenmişti. Fakat bunun da bir bedeli vardı. Bu gücü kullanarak her bir ruh ve büyü gücü emişinde kendi kişiliğinden birkaç parçanın koptuğunu hissediyor, eski anılardan bazılarını unuttuğunu fark ediyordu. Annesinin yüzünü bir siluet olarak ancak hatırlayabiliyor. Babasını ise hiç hatırlayamıyordu. Fakat ikisinin de öldürüldüğünü hatırlıyor ve kimlerin tarafından öldürüldüklerini asla ama asla unutmuyordu.

Ama hep kötü tarafından bakmayalım değil mi?” diye düşündü Santiago.

Bu güç sayesinde Gölge Tekniği’nde nihai noktaya ulaşabilmiş ve o efsanevi gölge kutusunun içindeki tüm gücü özümseyebilmişti. Fakat artık soğukkanlı bir katilden fazla farkı kalmamıştı. Lakin asla ama asla ana amacını unutmuyor bir gün elde ettiği bu güçle koca koca hükümetleri devireceğine söz veriyordu. Bu tapınaktaki tüm öğrenciler ondan korkar onunlar iletişime geçmekten çekinirlerdi. Biri hariç. Adı Lyra olan bu kız ilk geldiği günden beri onunla ilgilenmiş, arkadaşı ve sırdaşı olmuştu. Lyra ile sohbet ederken az da olsa kalbi titreşiyor ve o eski Santiago sanki hiçbir şey olmamış gibi kapıldığı karanlığı yenerek günyüzüne çıkıyordu. Santiago derin düşüncelerden sıyrıldı ve soluna baktı bu omzundan tutarak gülümseyen Lyra’dan başkası değildi. Santiago’nun kalbi titreşti, birden heyecanlandı ardından o da bir gülümseme ile buna karşılık verdi.

Öğrendiği tekniğin karanlığına rağmen hala bembeyaz giyinmeye devam ediyor.” Diye düşündü Santiago.

Gerçekten de Lyra her zaman bembeyaz giyinir etrafındakilere gülücükler saçardı. Tapınaktaki çoğu öğrenci içten içe ona aşıktı lakin onun en çok Santiago’ya ilgi gösterdiğini görünce geri adım atmışlardı. Zira Gölgelerin Öğrencisi en yanlış harekette tüm tapınağı kırmızıya boyayabilirdi. Santiago Lyra’yı bunları düşünürken baştan aşağı bayağı bir süzmüştü. Lyra’da bunu fark etmiş pek rahatsız olmasa da utanmıştı.

“Yeter ama beni utandırıyorsun.” Dedi ve Santiago’nun sağ yanağında hafif bir sevgi tokadı patladı.

Santiago bu tokada şaşırmış ama kızmamıştı. Elinde olmadan kahkaha atarak gülmeye başladı. Gözlerinden yaşlar gelene kadar güldü. Ve bir iki saniye susarak Lyra’ya baktı. Lyra da daha fazla dayanamadı ve o da gülmeye başladı. Birlikte güldüler. Ama bu güzel ortam birden Santiago’nun boynunda hissettiği soğuk çelikle bozuldu. Bu başka bir öğrenciydi. Kendisini Santiago’nun baş rakibi ilan etmiş ve oldukça yetenekliydi. Ayrıca görülene göre Lyra’da da gözü vardı.

Ne kadar çok güldünüz öyle?” diye sordu ve gülümsedi öğrenci.
“Sıkıntı mı var? Yaşamaktan sıkıldıysan bana haber verebilirdin, böyle sürprizler pek hoşuma gitmez.” Diye cevapladı Santiago.

Elinde olmadan gözleri kıpkırmızı ışık huzmeleri fışkırtmaya başlamıştı. Havada dalgalanarak yok olan bu yoğun kırmızıyı gören öğrenci bir adım gerilemiş, Lyra ise telaşlanmıştı. Santiago bu gücü ne kadar az kullanırsa o kadar iyiydi. Gün gelince kendisini de unutmasını istemiyordu.

Dur, sakin ol Santiago! Buna değmez!” diye bağırdı Lyra.
Evet, kesinlikle değer!” diye hırladı Santiago.

Arkasına dönerek sol elini şimşek ile kapladı. Ardından bunu öğrencinin göğsüne vurarak verdiği şok ile öğrencinin hareket etmesini engelledi, sağ kolunu geriye doğru çekerek güç topladı. Yer çatırdadı, içeriye doğru göçtü. Eğer durmazsa tapınağı yok edecekti. Bunu fark etti ve önündeki öğrenciye sadece bir yumruk atmakla yetindi. Öğrenci yumruğun şiddetiyle tapınağın 3 duvarını yıktı ve en sonunda dördüncü duvara toslayarak durakladı. Öğrencinin göğsü paramparça olmuştu ve kaburga kemiklerinden bazıları gözüküyordu. Santiago kıkırdamaya başladı. Bu dehşet verici güce tanıklık edenler ise korkudan hiçbir şey yapamamıştı. Öğrencilerin kendisine baktığını gören Santiago onlara doğru dönerek sert bir bakış fırlattı. Bunu gören öğrenciler sanki hiçbir şey olmamış gibi işlerine döndüler. Lyra ise dehşete kapılmıştı. Santiago’ya dönerek bağırdı:

SANA DURMANI SÖYLEMİŞTİM DEĞİL Mİ? DEĞDİ Mİ ŞİMDİ BİRİNİ DAHA ÖLDÜRDÜĞÜNE?

Bunu duyan Santiago birden geçmişe gitti. Sanki önceden unuttuğu bir şeyi tekrar hatırlamıştı. Evet. Sanki kendisi de Bilgewater’dan ilk ayrıldığında Zed hakkında böyle düşünmüştü. Elinde olmadan gözlerinden yaşlar damlamaya başladı.

Ağlıyor muyum ben? Buna ağlanmak deniyordu sanırım.” Diye düşündü Santiago.

Lyra onun ağladığını görünce elinden tutarak tapınaktan dışarı çıkardı. Her zaman gittiği gizli tepeye çıkardı. Buradan güneşin batışı çok güzel görünürdü. Lyra burayı sadece kendine ait özel bir yer olarak gördüğü için kimseye söylemese de, Santiago da onun için oldukça özel biriydi. Ona gösterirse bir sıkıntı olmazdı en azından. Santiago tepeye çıkana kadar kendinde değildi.

Tepeye çıkıp da güneşi gördüğünde ise içindeki sönmüş olan o alev, Bilgewater’da filizlenen o alev, Sarah’ın, babasının ve annesinin intikamını almak için yanıp tutuşan o alev, fakat yıllar geçtikçe karanlıkta kaybolmuş o alev öyle bir harladı ki tüm karanlığı yırtıp geçti ve tekrar dalgalanmaya başladı.

Lyra, Santiago’nun ağlamayı bırakıp doğrulduğunu ve gözlerinden gelen o masmavi ışığı görünce şaşırdı. Santiago güneşe doğru elini uzattı ve güneşi avuçladı. Ardından şu cümleleri söyledi:

Bu dünyada zorbalık yapan her şeyi, rüşvetten ve zülumden geçilmeyen tüm yönetimleri, ve intikam almaya yemin ettiğim tüm insanları, hepsini… Tek tek yok edeceğim. Ta ki uğruna savaştığım o geleceği elde edene kadar. Bu uğurda ne kadar kan döktüğüm umrumda değil. Ne kadar yaralandığım umrumda değil. Her düştüğümde tekrar tekrar ayağa kalkacağım. Ta ki uğruna savaştığım o geleceği elde edene kadar.”

Lyra bu sözlerden çok etkilenmişti. Ayağa kalkarak Santiago’ya doğru ilerledi. Bedenini artık o değil, ellerine düştüğü aşk kontrol ediyordu. Santiago arkasını döndü ve Lyra’ya neler olduğunu anlamaya çalıştı. Bu sırada Lyra ellerini Santiago’nun yüzüne getirdi. Yavaşça yaklaştı. Artık sadece ikisinin nefesleri aralarındaki iletişimi sağlıyordu. Gittikçe hızlanan kalp atışları da bu duyguyu tasdik ediyordu. En sonunda da bir öpücük ile bu aşk onaylandı. O an orada sadece ikisi vardı. Tüm dünya ve uğruna endişelendikleri şeyler… Hepsi bir anda yok olmuştu. Fakat birbirlerine duydukları şu sevgi, sanki tüm varlıkları etkisi altına almış gibi havada bile ağırlığı seziliyordu.

Fakat o akşam öyle şeyler olacaktı ki, sanki dünya Santiago’nun amacına ulaşmaması için; sevdiği tüm insanları elinden almak için elinden geleni ardına koymuyordu…

SANTİAGO : İsyanın Runeterra YüzüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin