Maximillian Black ve Amber Lacombe yeniden hayatlarımızda.
Eskort serisinin resmi olmayan devam kitabıdır. Daha önce, 2014 senesinde yayınladığım Siyah isimli kitabı okuyanlar için minik bir not: Bu kitapta Siyah hiç olmamış gibi yapıyoruz, tamam mı :D Bu tamamen yeni bir hikaye.
Bu minik hikayeye hoşgeldiniz.
Normal bölüm yükleme sıklığı pazartesi-perşembe.
Oy vermeyi, yorum yapmayı unutmayın.
Maximillian
Sokaklar uyuyordu. Turuncu sokak lambalarının ışıkları boş kaldırımlara vuruyor, altında çiseleyen yağmurun şeffaf, turuncu bir perdeye benzemesine sebep oluyordu. Adımlarımın seslerinden başka etrafta sadece birkaç bahçeden havlayan köpeklerin sesleri karışıyordu, onun dışında yalnızdım. Bu yalnızlığı çok seviyordum çünkü koşuya çıktığım şu bir saat haricinde kendi başıma, kendi düşüncelerimle kalabildiğim tek bir an bile yoktu.
Delice bir hayatım vardı. Bundan on yıl önce devraldığım şirket bugün öyle büyüktü ki bazen kaç insanın işvereni olduğumu düşündüğümde nefesim kesiliyordu. Uluslararası açılım yaptığımızdan bu yana ülkeler arası bir oraya bir buraya savruluyor, New York'ta geçirebildiğim kısa sürede de toplantılar arası koşturmaktan kafamı kaşıyacak zaman bulamıyordum. Evim de artık güvenli sığınağım değildi.
Sıcak yatağımızda uyuyan genç kadını düşündüğümde adımlarım sekteye uğradı. Kendimi hızla toplasam da bu ilişkimizin genel özeti gibiydi; birbirimizi sekteye uğratıyorduk. En son ne zaman birbirimizin varlığından keyif alarak zaman geçirdiğimizi hatırlamaya çalıştığımda kafamda iki sene önceki Noel partisi canlandı. Sanırım ikimizin de işleri delice yoğunlaşmadan hemen önceydi ve hala konuşmak, sarılmak ve birbirimizin varlığını duyumsamak gibi şeyler yaptığımız son zamanlardı.
Onu seviyordum; gerçekten seviyordum. Son beş senedir beraberdik ve bu sevmediğiniz biriyle geçirebileceğiniz bir zaman değildi. Ona en başta kapılma sebebim işine duyduğu tutkuydu; bir yardım gecesinde tanışmıştık, galeride iki eseri yardım için açık artırmaya girmişti. Tablolarını insanlara anlatışını uzaktan dinlemiş, çizgilere sığdırdığı anlamlarla büyülenmiş ve iki tablosundan biri için açık artırmaya girmiştim. Şu an salonda asılı duran tablo için oldukça yüklü bir miktar ödemiştim ama sorun yoktu, paranın tamamı yardım kuruluşlarına bağışlanıyordu. Tablosunu almak için onunla tekrar iletişime geçtiğimde konuşma fırsatı bulmuştuk ve sonrası kar topu etkisiyle ilerlemişti, önce kahve içmiş, sonra akşam yemeğine gitmiş ve bir süre bu eğlenceli dansı sürdürmüştük. Biriyle yeniden bir şeyler paylaşmak güzeldi, yalnız olmayı da umursamıyordum ama biriyle olmak da güzeldi. Onunla olmayı sevmiştim. Şömine karşısında oturup şarap içerken konuşacak çok şeyimiz vardı. Sanatı seviyorduk. Dünya gündemini takip etmeyi, bu gündemle ilgili ateşli tartışmalara girmeyi seviyorduk, önceleri beraber koşuya çıkıyor, doğa yürüyüşlerine gidiyor, dünya mutfaklarına olan sevgimizi New York'un gözde restoranlarında tatmin ediyorduk.
Önceleri her şey iyiydi.
Sonra işlerimiz, hayatlarımızın önüne geçti. O ünlendikçe eserlerini sergilemesi için dünyanın dört bir yanından teklifler almaya başladı, ben büyüyen şirketin her ayağına yetebilmek adına haftada yetmiş saatten fazla çalışır hale geldim. Başta yürütüyorduk. Uzun süre görüşemedikten sonra ilk fırsatta bütün dünyadan uzaklaşıyor, beraber geçirmek için kendi hayatlarımızdan saatler çalıyorduk. Sonra bu zorlaşmaya başladı. Benim aksatamayacağım toplantılar, onun es geçemeyeceği sergiler arttıkça arttı ve ne olduğunu anlamadan kendimizi beş yıllık bir ilişkinin içine sıkışıp kalmış iki yabancı olarak bulduk. Dün, uzun zamandan sonra ilk kez birbirimizi görmüştük ve birkaç basmakalıp özlem cümlesinin ardından ikimiz için de tatmin edici olmayan bir şekilde sevişmiş, sonra birbirimize sırtımızı dönüp ışıkları söndürmüştük. O bir süre sonra uykuya dalmıştı ama ben bütün geceyi tavanı izleyerek geçirmiştim.
Mutlu değildim.
İşlerin gidişatından memnundum. Bir ilişkim olmasından memnundum. Hayatımdan memnundum ama mutlu değildim.
Kısa süre öncesinde sorsalar, bu ikisinin ayrı anlamlara geldiğini düşünmezdim. Oysa şu an, yaşamaktan memnun olduğum bir hayatın içinde mutsuzlukla çırpınıyordum. Bir ilişkim olmasından ötürü memnundum ama bu ilişki beni mutlu etmiyordu. Onu da mutlu etmediğinden emindim. Artık beraber yeni açılan sergilere gitmiyorduk. Yeni açılan restoranları denemeyi bırakmış, birbirimizle iletişim kurmayı kesmiştik. Bunun neden olduğunu anlamaya çalışıyordum çünkü her zaman hayatı suçlayarak bir yere varmak imkansızdı. Biz de hatalıydık.
Bunu düzeltebilir miydik? Düzeltmeli miydik? Uzun bir ilişki söz konusu olduğunda onu kestirip atmak kolay olmuyordu. Otuz altı yaşındaydım. Bu ilişkiyi sonlandırmak, yeni bir ilişkiye başlamak fikri beni yoruyordu. Ama sadece bu yüzden, artık bana hiçbir şey katmayan bir ilişkiyi sürdürmeli miydim? Peki o? Benimle olmayı gerçekten istiyor muydu hala? Yoksa o da mı düzensizliğinin içindeki minik düzene alışmıştı ve onunla mı yetiniyordu sadece?
Ben yetinmek istemiyordum. Ve birilerinin yetindiği insan olmak da; bundan fazlasıydım. O da bundan fazlasıydı, ikimiz de daha iyisini hak ediyorduk.
Peki neden o halde birbirimiz için daha fazlası olamıyorduk?
Gün çizgisine yayılan kızıllıkla birlikte koşu rotamı ters yöne çevirdim. Eve dönüp hazırlanmak ve bugüne ayarlanmış ilk toplantıma girmek için tam tamına bir saatim vardı. Tempomu artırdım. Daldığım düşünceler zamanın izini kaybetmeme sebep olmuştu.
Umarım geç kalmazdım. Bugünkü toplantı gerçekten önemliydi.
Kafamın gerisinde bir ses homurdandı. Hepsi öyle değil miydi?
Ciğerlerimi soğuk havayla doldurdum.
Evet. Evet, hepsi öyleydi.